Halkın Avukatı Oya Aslan Kuyu Tipi Hapishaneleri Anlattı*

Oya Aslan, Halkın Hukuk Bürosu’nun tutuklu avukatlarından. Yıllardır cezaevinde. Son mektubunda artık sadece kendisini değil, adı bile duyulmayan kuyu tipi hapishanelerdeki tutukluları anlatıyor. Kuşlardan, yosun kokusundan, ama en çok da gökyüzünü görmenin bir ayrıcalık haline geldiği bir düzenden söz ediyor. Onun sözleriyle; “Bir insanın onuru, mekânıyla birlikte çürütülüyor.”

“Demirli pencerenin karşısındaki yuvada serçelerle sığırcıklar arasında süren savaşı izliyorum” diye başlıyor mektubuna Oya Aslan. “Sığırcıklar göçmen kuşlardır, serçelere göre iki kat büyüktürler ve bu mevsimde gelir, hazır yuvalara yerleşmeye çalışırlar. Bu yüzden onlara ‘işgalci’ diyoruz. Serçelerin yumurtlama dönemi olmasa belki de misafirperver olabilirlerdi. Ama bu mevsim, serçelerin en korumacı olduğu zamandır. O yüzden el birliğiyle sığırcıkları püskürtüyorlar. O savaşın sonunda yere dökülmüş kuru otlar kalıyor. Ve zihnimize yerleşmiş bir yığın metafor…”

Aslan, “Hiç susmayan kuşlara söylenerek, su dolu plastik kovadan döke döke yıkıyorum havalandırmayı. Beton suyu emerken yosun kokusu havaya karışıyor. Güneş de havalandırmaya indi. O kokuyu taze yaprak kokusuyla karıştırıyorum. İçime çekiyorum. Ve fark ediyorum: Yosun kokuyor. Toprağa dokunma isteğiyle yosuna dokunuyorum. Beş yıl olmuş toprağa dokunmayalı… Daha kaç yıl dokunmayacağım bilmiyorum” diye anlatıyor.

“Bu mekânlar onur kırıyor”

Avukat Oya Aslan’ın mektubunun temel vurgusu mekânda düğümleniyor. Kuyu tipi hapishaneler, yani halk arasında “mezar tipi” diye de bilinen yeni cezaevi modelleri, sadece mimari tercihler değil. Aynı zamanda bir zihniyetin ürünü.

“Ben yine de ‘şanslı’ sayılırım. Bulunduğum yerde kuşları görebiliyorum. Havalandırmayı kullanabiliyorum. Peki ya artık güneşi göremeyenler? Elini yağmura uzatamayacak olanlar? Karı avuçlayamayacak olanlar? O kuyu tipi cezaevlerinde tutulanlar ne yapıyor?​”

F tipi hapishanelerle sosyalliği ortadan kaldırıldığını dile getiren Aslan, “Yeni tip hapishanelerle doğayla ilişkiyi sınırlıyorlar. Duyu organlarının uyarılmasını daha da azaltarak, işlevini yitirmesine neden olacaklarını elbette farkındalar. Tecrit, kapatılmış olmanın yarattığı baskıyı artırdığı için bilim insanları tarafından işkence olarak tanımlanmıştır. Tecritin yarattığı sağlık sorunları da defalarca raporlanmıştır” diyor.

Kuyu tipi hapishanelerden önce inşa edilen hapishanelerin tümünde, koğuş ya da hücrenin bitişiğinde havalandırma bulunduğunu dile getiren Aslan sözlerine şöyle devam ediyor: “Havalandırma sabahları açılır, akşam saatlerinde kapatılır. Gün boyunca tutuklu ve hükümlülerin kullanımına açılır. İsteyen, masasında oturup yazı yazabilir, isteyen spor yapabilir ya da yürüyüşe çıkabilir. Biri güneşte yürümekten hoşlanır, diğeri yağmurda ıslanmayı tercih eder. Bu küçücük alan, açık havayla ilişkisinin sürdüğü tek yerdir. Kapatılmış etkisi bir nebze azalır burada. Fiziksel ve hatta düşünsel aktivitenin mekânıdır.  Havalandırmayı kullanma hakkı, ancak yasayla kısıtlanabilir. Hapishane idaresi, keyfince bu hakkı kısıtlayamaz. Şimdi, mimari yapıyla fiilen kısıtlanan durumdalar.”

Kuyu tiplerinde kısıtlanan tek şey havalandırma olmadığını da vurgulayan Aslan, “Tutsaklar küçük hücrelerde tutuluyorlar, pencerenin ince tel örgüleri gökyüzünü görmeyi, bir yağmur damlasına dokunmayı engelliyor. Çamaşırlarını kurutacak ya da spor yapacak yer bulamıyorlar. Gözün gördüğü tek şey duvar, kulak, elektronik bir cihaz aracılığıyla duyabiliyor. Siyahın tüm renkleri yutması gibi, burada insan hareketsizlik ve sessizlik içinde yutuluyor. Bu durum sizce de onur kırıcı ve insanlık dışı değil mi? Bir insanın sosyal yapısını, ruhsal gelişimini, fiziki bütünlüğünü yok sayarsanız, iradesini sakatlamak isterseniz, nesne yerine koyarsanız, üretme, yaratma, düşünme isteğini yok sayarsanız, onun onurunu da kırmış olursunuz. Dolayısıyla, insan onuru meselesi bir mekân meselesidir” diyor.

“Bu mekânlar kim için, neyi amaçlıyor?”

Aslan hapishanelerin, kentlerin, yapıların bir tercihin yansıması olduğunu vurgulayarak, “Bu tercihler, iyileştirmek ya da hastalandırmak, üretmek ya da tüketmek, yalnızlaştırmak ya da sosyalleştirmek için yapılır. Bir insanı sosyal yapısından, ruhsal gelişiminden, fiziksel bütünlüğünden koparırsanız, onu nesneye indirgersiniz. Üretme, yaratma, düşünme yetisini elinden alırsanız, onurunu da kırmış olursunuz. Bu nedenle insan onuru bir mekân meselesidir. Mekân meskende olur, mezarda da. Geliştirir de geriletir de” dedi.

“Tutsakların sesini duyun!”

Cezaevlerindeki bu ağır koşullara karşı, Türkiye genelinde farklı cezaevlerinde tutulan siyasi tutsaklar süresiz açlık grevine başladı. Talepleri çok temel: insan onuruna uygun koşullar, doğayla temas hakkı, tecridin kaldırılması.

Avukat Oya Aslan, son mektubunu bir çağrıyla bitiriyor:

“Sessiz, sedasız açılan bu ‘modern’ mezarlarda kimlerin tutulduğunu bilmiyorsunuz. Ama bilmelisiniz. Duymalısınız. Çünkü artık bu mezarlar sessiz kalmıyor. Tutsaklar, bedenleriyle konuşuyor. Seslerini duydunuz mu?​”

*Bu yazı Evrensel Gazetesinin internet sayfasından alınmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar