Anti Emperyalist Cephe, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın koşulsuz şartsız teslimiyet çağrısının ardından PKK’nin kendini tasfiye sürecine girmesine dair açıklama yaptı.
“PKK’NİN KENDİNİ TASFİYESİ, KÜRT HALKININ ÖDEDİĞİ AĞIR BEDELLERE YAPILMIŞ BİR İHANET VE ABD EMPERYALİZMİNİN BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN BİR PARÇASIDIR” başlıklı açıklamayı yayınlıyoruz…
“Kürt milliyetçi hareketin yani PKK’nin hapishanedeki lideri Abdullah Öcalan bir süredir beklenen, teslimiyet ve kendini feshetme sözünü yerine getiren çağrıyı yaptı. Hemen ardından da PKK’nin öne çıkan isimleri bu çağrıya uyacaklarını bildirdiler. Bu çağrı esasen Türkiye’nin başına çökmüş faşizme aittir. PKK’nin tasfiyesi emperyalizmin projesidir.
PKK’nin kendini feshettiğini söylediği günlerde Türkiye faşizmi onlarca şehirde devrimci ve demokratik kişi ve örgütlere karşı operasyonlar düzenliyordu. Bu da açıkça gösteriyor ki, Türkiye’de demokratik siyaset yolu yoktur. Halkı yoksulluğa, açlığa, sefalete mahkûm eden, katliamcı, yağmacı, soyguncu… ulusal, kültürel, sosyal, ekonomik her türlü baskıyı halka uygulayan bir faşizm vardır ve Kürt halkının gördüğü ulusal baskıda hiçbir değişiklik yoktur.
Çağrı halkın hiçbir sorununa çözüm ve perspektif sunmadığı gibi faşizmi aklayan, meşrulaştıran hatta demokratikmiş gibi gösteren bir içeriğe sahip. Artık Kürt halkının mücadele etmesi için gerek kalmamıştır, silaha sarılmasını gerektirecek bir ulusal baskı söz konusu değildir, ifade özgürlüğü ve tüm özgürlükler artık yasaklanmadığından… silahlar bırakılmalıdır diyor çağrıda. Ve bu yalana halkın inanması bekleniyor…
1970’lerin sonunda gelişen Kürt yurtsever hareketi milliyetçi temeline karşın tamamen sol, sosyalist bir söylemle ve “Bağımsız Kürdistan” hedefiyle çıktı mücadele arenasına. Adını “Kürdistan İşçi Partisi” (PKK) olarak koyan, Marksist-Leninist olduğunu ve sosyalizmi hedeflediğini belirten bir hareketin emperyalizme karşı olması da bu sıfat ve iddiaların doğal sonucuydu. Ancak pratik böyle şekillenmedi. Halkın silahlı mücadelesini geliştirdiği ölçüde emperyalizmi ve oligarşiyi objektif olarak gerileten bu hareket, politik planda emperyalizme karşı açık bir karşı çıkıştan uzak durdu, hatta bununla övündüler. Son geldiği noktada ise emperyalizmin “kara ordusu” haline gelerek emperyalizmin dünya halklarına saldırısının suç ortağı oldular. Türkiye’de ve Ortadoğu’da Kürt milliyetçilerinin durumu tam da budur.
PKK’nin tasfiyesi, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’un bir parçasıdır diyoruz.
Neden?
Ekim 2024’te MHP genel başkanı faşist Devlet Bahçeli, DEM Partisi milletvekilleriyle tokalaşıp, “Abdullah Öcalan meclise gelsin konuşsun” demişti. Bu da teslimiyet sürecinin başlangıç noktası olmuştu. Ancak bu “çözüm süreci” Türkiye’de ilk değildi. Öncesinde de benzeri süreçler defalarca yaşandı. Hatta gene aynı aracılar devredeydi. Örneğin Sırrı Süreyya Önder… Kendisi için bu arabuluculuk rolü hapishane ile sonuçlandı.
Bu sefer farklı olan neydi?
Bu sefer farklı olan, olayın aslında çok da fazla Türkiye ile ilgili olmamasıydı. Ortadoğu’da pek yakında alt üst oluşlar yaşanacağı belli olmuştu.
27 Kasım 2024 tarihinde İsrail ile Lübnan arasında ateşkes sağlandı.
Daha sağlanır sağlanmaz Netanyahu: “Şimdi hedefimizde Suriye var” demişti. Bu HTŞ’nin Baas iktidarını devirme darbesinin start düğmesine basılmasıydı.
Bölgeye vakıf olanlar, zaten şu anda Türkiye’de yaşanan “PKK silahlarını bıraksın, kendini feshetsin” sürecinin Türkiye ile çok ilgili olmadığını şundan da bilir:
PKK’nin zaten Türkiye’de doğru düzgün silahlı varlığı kalmadı. Daha çok Suriye’ye geçmişti. Bu da Türkiye’deki faşist devlet ile yaptığı anlaşmalar sonucunda gerçekleşmişti.
Bu sürecin önemi nerede? “Paradigma değişimi” diye adlandırılan olaydaki asıl mesele ne?
PKK silahları bırakacak, Türkiye devleti de dolaylı veya açıktan Suriye’deki özerk Kürt devletini kabul edecek. Ya da tersinden de okuyabiliriz: Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’daki Kürt güçlerinden aşırı derecede rahatsız olmaması için, önce PKK’nin kendini feshini açıklaması gerekir.
Zaten PKK’nin kendini feshetmesinin Suriye’yi kapsamadığı özel olarak vurgulandı. Mazlum Abdi şöyle dedi: “Öcalan’ın çağrısı direk PKK’yedir, PKK gerillalarının silah bırakmasına yöneliktir. Doğrudan bizim bölgemiz ve güçlerimiz için değildir.”
Burada çok açık bir şekilde, Suriye’deki Kürt milliyetçilerinin silahlarını bırakmaları söz konusu olmadığını anlıyoruz.
Bunun devamında ne geleceğini bize zaman gösterecektir.
Türkiye ve YPG ortak hareket edecek mi?
Belki açıktan olmasa bile, HTŞ ve Suriye devleti aracılığı ile bir ortak nokta yakalanabilir…
Şu bir gerçek ki hem Türkiye hem de YPG, ABD’nin emir kuludur. İkisi de ABD’ye hizmet ediyor.
Suriye’de daha Esad döneminde bile Rojava denilen bölgede, 25 Amerikan askeri üssü vardı.
Bildiğimiz gerçekler arasında, Kandil’in Mazlum Abdi’yi pek sevmediğidir. Ona karşı harekete geçip, YPG’den uzaklaştırmaya çalıştıklarında, ABD durdurdu: “Mazlum Abdi bizim adamımızdır, ona dokunmayacaksınız” diye açıktan sahip çıkmıştır. YPG’nin ABD için önemi bu noktadadır.
Aynı şekilde, her ikisi de İsrail ile iyi ilişkilere sahip ve onların çıkarlarını korumaya çalışıyor. Küçük bir nüans farkı şu ki, halkın tepkisinden korkan Türkiye’deki faşist iktidar halen Filistinlileri koruyormuş gibi gözüküyor ve iki yüzlü davranarak İsrail’e her türlü maddi desteği sağlıyor. Suriye’deki Kürt güçleri açıktan İsrail ile iş birliği yapıyor.
Biz burada elbette varsayımda bulunup fikir yürütebiliriz. Ama şu bir gerçek ki, şu anda kamuoyuna açıklanmayan, karanlıkta kalan bilgiler var. Bunları bilmediğimiz için, bazı gelişmeler yorum düzeyinde kalır.
Ancak kesin ve net olarak söyleyebileceğimiz şeyler de vardır: Şu anda Türkiye’deki PKK’nin kendini feshetme çağrısı Türkiye’den ziyade, Ortadoğu ile ilgilidir. Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçası ve bir ayağıdır.
Türkiye’nin mütemadiyen Suriye’ye operasyonlar çekmesi ABD’nin açısından şöyle bir sorunu barındıyor. Bir yandan desteklediği, Ortadoğu’da kendisi için “Allah’ın lütfu”, olan YPG, öte yandan maşası Türkiye.
Neden YPG, ABD için bu denli önemli?
Çünkü hatırlanırsa İsrail dünyaya şöyle pazarlanmıştı: “Katledilen, vatansız halk Yahudiler…” 75 seneden fazla politikalar mağduriyet üzerinden yürütülmüştür. Ama İsrail artık çok yıpranmış ve teşhir olmuştur.
Oysa Kürtler için bu söylenemez. Benzer özellikler taşıyorlar: Kürtler de mazlum bir halk, Kürtler de topraksız bir halk. Üstelik onları farklı yerlerden (Polonya, Almanya, Rusya vb.) toplayıp da, o topraklara yerleştirmek zorunda kalmadı. Bulundukları yer zaten kendi toprakları…
Yani ABD, YPG’nin veya Suriye’deki Kürt milliyetçilerinin daha çok ekmeğini yemek istiyor. Diğer yandan da, NATO müttefiki Türkiye var. İkisinin sürekli kendi arasında kavgalı olması veya Türkiye’nin sürekli YPG’ye saldırması, her iki tarafı da idare etmek zorunda bırakıyor ABD’yi.
Yani PKK’nin silahları gömme, kendisini feshetmesi asıl olarak ABD’nin çıkarları ve hegemonyası ile alakalı. Bu çerçevede İsrail desteklenecektir. Ve ABD’nin dize getirmek veya iktidarları yıkmak istediği ülkelere veya güçlere yönelinecektir: Lübnan, Hizbullah, Gazze, Hamas ve asıl olarak: İRAN.
ABD’ye göre YPG’nin bundan sonraki misyonu, mümkünse Türkiye ile birlikte: İsrail’e destek verip, saydığımız güçleri ve ülkeleri al aşağı etmek.
Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz…
Milliyetçilik çıkmazdır, halkları kurtuluşa götürmez. Bugün halklar milliyetçiliğin nasıl bir açmaz, nasıl bir batak olduğunu kendi deneyleriyle acı bir şekilde öğrenmişlerdir. Devrimci bir alternatif gördükleri koşullarda milliyetçiliğe verdikleri desteği bütünüyle çekecektir.
Peki devrimci çözüm nedir? Öncelikle Kürt sorunu dediğimiz şey Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkıdır. Bu hakkı özgürce kullanıp kullanmadığı sorunudur. Türkiye’de ulusal baskının uygulayıcısı oligarşidir. Emperyalizm ve işbirlikçisi Türkiye oligarşisi Kürt sorununun kaynağıdır. Ulusların kaderlerini kendilerinin tayin etmeleri sorunu tecrit edilmiş, kendi kendine yeten bir sorun değildir; bütüne bağlı ve bütün içinde ele alınması gereken, proletarya devriminin genel sorununun bir parçasıdır.
İşte ulusal soruna bakışımızın temel hatları bunlardır. Kürt ve Türk, tüm Türkiye halklarını kurtuluşa götürecek olan çizgi bu devrimci çizgidir. Türkiye gibi emperyalizmin yeni-sömürgesi, faşizmle yönetilen bir ülkede silahlı savaşı geliştirmeyen halkı örgütlemeyen ve silahlandırmayan hiçbir örgütün ve partinin gelişme şansı yoktur. Bütün devrimler uzun süreli, zorlu ve kanlı mücadelelerin ardından gerçekleşir. Ya emperyalizme karşı savaşılacaktır ya da emperyalizme teslim olunacaktır… Ara yol yoktur!…
Türkiye halklarının sosyalizmden ve devrimden başka alternatifi yoktur. Emperyalizm ve işbirlikçileriyle uzlaşmak demek; on yıllarca süren ve daha da sürecek olan bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine, bu uğurda şehit veren Anadolu halklarına ihanet etmek demektir.
Ancak emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşı yürüten, devrim alternatifini tüm dünya halkları nezdinde ete kemiğe büründüren, bunu en ağır bedeller pahasına ısrarla sürdüren Marksist-Leninistlerin Anadolu topraklarında varlığı, halkların kurtuluşuna olan inanç ve umudun da var olduğunun en büyük kanıtıdır.
Biz diyoruz ki;
EMPERYALİZM ORTADOĞU’DAN KOVULANA KADAR, HALKLARIN DİRENİŞ VE MÜCADELESİNİ DESTEKLEMEK HER ANTİ-EMPERYALİSTİN GÖREVİDİR!
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ! KAHROLSUN EMPERYALİZM VE İŞBİRLİKÇİLERİ!”
ANTİ-EMPERYALİST CEPHE