Bahar Bizimle Gelecek / Büyük Ölüm Orucu Direnişinin Hapishanelerdeki İlk Şehidi Cengiz Soydaş

Cengiz SOYDAŞ

Şehit Düştüğü Tarih: 21 Mart 2001

Şehit Düştüğü Yer: Ankara Sincan F Tipi Hapishanesi

Doğduğu Tarih: 1972

Doğduğu Yer: Trabzon (Aslen Gümüşhaneli)

Mezar Yeri: Kaynarca Mezarlığı, İstanbul

19 Aralık katliam saldırısı yaşandığında Bartın’da ölüm orucu 1. ekibi savaşçısıydı. İşkencelerle Sincan F tipi Hapishanesi’ne götürüldü. Direnişini burada sürdürdü. Katliam saldırısından aylar önce söylediği, “Türkiye devrim tarihinde 2000 yılı Cepheli Özgür Tutsakların kahramanlıklarıyla anılacak.” sözlerini direnişiyle, fedakarlığıyla, şehitliğiyle yerine getirdi. Ölüm orucu direnişinin 150. Gününde, Büyük Direnişin F Tipi hapishanelerdeki ilk şehidi olarak Sincan’da şehit düştü.

Cengiz Soydaş, 1972 yılında Trabzon’da doğdu. Türk milliyetindendir. Aslen Gümüşhaneli olmasına rağmen, ilk ve ortaokulu Trabzon’da bitirdi. Lise yılları İstanbul’da geçti.

1990 yılında Gazi Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümüne girdi. Bu yıllarda devrimcilerle tanıştı. Öğrenci gençliğin mücadelesine katıldı. 1993 yazında Devrimci Sol ile tanıştı. Öğrenci derneği olarak Kağıthane Belediyesi işçilerinin direnişini ziyaretlerde Devrimci Sol’dan insanlarla tanıştı. Kağıthane Belediye işçilerinin direnişine destek olmak için üç günlük açlık grevine katıldı. 1994’den itibaren gençlik içinde sorumluluklar almaya başladı. 1995’den sonra Ankara’da daha farklı alanlarda, daha ileri sorumluluklar aldı. 19 Temmuz 1995’de Ankara’da tutuklandı. Ulucanlar’da, 1996 ölüm orucunun ikinci ekibinde görev aldı. ‘98 Nisanında Bartın hapishanesine götürüldü. 19 Aralık 2000’de operasyon yapılırken ölüm orucundaydı, işkenceyle Sincan Nazi kampına götürüldü.

Ölüm orucu direnişinin 150. Günü şehit oldu.

Cengiz ölüme yatarken şöyle demişti;

“Tarih ak sayfalarına bir kez daha hücre hücre ölen özgür tutsakların baş eğmez direnişini yazacak. Tarih bir kez daha son sözü direnenlerin söylediğine tanıklık edecek.

Bu güç bizim.

Bu güç şehitlerimizin. Onlardan öğrendik umudun adını kanla nakış nakış duvarlara işlemeyi.

Onlardan öğrendik ölümü düşmanın elinde bir silah olmaktan çıkarmayı, ölürken zalimin yüzüne meydan okumayı…”

Cengiz SOYDAŞ, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin, baskıyla, işkenceyle davasından vazgeçirtemediklerindendi. O halkımızın kahraman evladıydı. Yüzlerce yoldaşıyla birlikte ölüme yattı. O kendisi için değil, halkı ve ülkesi için yaşadı. Açlığın ve yoksulluğun olmadığı IMF’siz bir Türkiye için, Nazi kamplarının olmadığı bir Türkiye için, bağımsız, demokratik, sosyalist bir Türkiye için kendini feda etti.

***

Cengiz Soydaş’ın direniş sürecinin başında süreci değerlendirme yazısından;

“2000 yılı Parti-Cepheli Özgür Tutsakların kahramanlıklarıyla anılacak.”

Sürecin omuzlarımıza yüklediği misyonun bilincindeyim. Çok yazıldı, çok anlatıldı. Düşman da amacını gizlemiyor zaten. Açık oynuyor. Devrimci hareketi tasfiye edeceğim diyor. Nasıl ve neler yapabileceğini Ulucanlar’da gördük. Kurşun ve bombalarla, işkenceyle yoldaşlarımızı katletti. Elinden geleni ardına koymadı. Bu kadar vahşileşebileceğini bilmiyor değildik… Kazanan biz olduk. Amacına ulaşamaması bir yana, yüzlerce Parti-Cepheli tutsağın savaşma azmi, kini, intikam hırsı kat be kat arttı.

Gönüllüyüm. Hele de Ulucanlar’dan sonra…

Gönüllüyüm. Savaşın en önünde yer almak istiyorum.

Düşman aylardır hazırlık yapıyor. Pervasızca meydan okuyor…

Boşuna değil çabası. Biliyor neler yapabileceğimizi. ‘84 Ölüm Orucu’nda, Buca’da, Ümraniye’de, ‘96 Ölüm Orucu’nda, Ulucanlar’da gösterdik. Tanıyor bizi. Parti-Cepheliler’in ne pahasına olursa olsun asla teslim olmayacaklarını adı gibi biliyor.

Biliyor katletmekle, işkence yapmakla teslim alamayacağını.

Biliyor F tiplerine, onursuzluğa evet demeyeceğimizi, halkımıza sırtımızı dönmeyeceğimizi. Önünde otuz yıllık koca bir tarih var. Bu uğurda hiç tereddütsüz tilililerle ölüme koşan yüzlerce şehidimiz var…

Hazırım, ölmeye de, öldürmeye de. Her sayfası bembeyaz bu tarihin bir parçası olma onuruna erişmek istiyorum. Mutluyum. Sevincim büyük. Partim bu şansı tanıdı bana. Anlamını biliyorum.

Partime, önderime, yoldaşlarıma, şehitlerimize ve halkıma layık olacağım. Güveni boşa çıkartmayacağım.

Sadece ben mi? Yine biliyorum ki, yüzlerce Parti-Cephe tutsağı yeni kahramanlıklar, destansı direnişler yaratmak için, hazır kıta, Partimizden gelecek talimatları bekliyor…

Hele bir saldırsın düşman… Apo gibi, Uğur gibi, Mecit gibi, Berdan, İdil gibi, İsmet gibi kurşun olup üstlerine yağacağız…

Yine biz kazanacağız, halkımız kazanacak. Çok bedel ödeyeceğiz. Çok şehit vereceğiz. Ama zaferimiz de büyük olacak. Düşman köşeye sıkışacak, yalvaracak. Aldığı canların, ödediğimiz bedellerin hesabını tek tek verecek.

Değilmi ki, kalleşçe saldırıp en yiğitlerimizi alıyor aramızdan, biz de can alacağız. Dost da, düşman da, Parti-Cephe’yi, Parti-Cepheliler’i görecek.

Türkiye devrim tarihinde 2000 yılı Parti-Cepheli Özgür Tutsakların kahramanlıklarıyla anılacak. Bundan en ufak bir şüphem yok.

Partime, önderime, yoldaşlarıma sonsuz güveniyorum.

Partimi, önderimi, yoldaşlarımı ve halkımı çok seviyorum.

Biz Kazanacağız.

08 Nisan 2000

Cengiz Soydaş

***

Cengiz Soydaş’ın Ölüm Orucuna Gönüllük Yazısı:

PARTİME;

Zorlu, çetin bir dönemden geçiyoruz. Devlet saldırılarında her zamankinden daha pervasız. Hapishaneleri halkı teslim alabilmek, ülkemizi emperyalizmin dikensiz gül bahçesine çevirebilmek için aşılması gereken en önemli engel olarak görüyor. Bu amaçla bugüne kadar defalarca saldırdı. Coplarla, çivili sopalarla hapishane hamamlarında yüzlercemizi işkencelerden geçirdi, onlarcamızı katletti. Ama başaramadı. Daha da devam edecek katletmeye…

Hikmet Sami Türk ve Ali Suat Ertosun hergün TV’lerden milyonların gözlerinin içine baka baka yalan söylüyor, demagoji yapıyorlar. Örgüt baskısından dem vurup, “iyi niyet” ve “sabır” gösterisinde bulunuyorlar. Ne acıdır ki, 60-70 yaşlarındaki analarımızın işkence görüntüleri TV’lerden yayınlanırken ve üstelik sadece son sekiz ay içinde üç hapishaneye saldırı düzenlenmişken bazı “aydınlarımız”, demokrat geçinen köşe yazarları hala devletin söylediklerine inanıyorlar. Devletin tartıştırmak istediği konuları tartışıyorlar.

‘96 yılında da durum farklı değildi. Benzer tavırları o zaman da gösterdiler. Ama nereye, ne zamana kadar!..

Bugün de durum farklı olmayacak.

Özgür Tutsaklar olarak omuzlarımızdaki yükün, görevlerimizin bilincindeyiz. 12 Eylül cuntasından bu yana bir kez olsun bu yükün altında ezilmedik. Ezilmeyeceğiz. Saldırılarda şehit düşen yoldaşlarımızın, analarımıza yapılan işkencelerin tek tek hesabını soracağız.

Biliyorum ki, düşmanın hücre saldırısını dolayısıyla halkı teslim alma politikasını boşa çıkartacak, yalanlarını tuzla buz edecek ve hesap soracak tek eylem biçimi Ölüm Orucu’dur.

Bu onurlu göreve gönüllüyüm. ‘96’da da gönüllüydüm, bugün de gönüllüyüm. Halkım ve Partim için ölmeye hazırım.

Böylesine tarihi ve onurlu bir eylemde görev almak benim için mutlulukların en büyüğü olacaktır.

YA ZAFER YA ÖLÜM

YAŞASIN DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ PARTİSİ

YAŞASIN DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ

YAŞASIN ÖNDERİMİZ DURSUN KARATAŞ

Devrimci selamlar. Cengiz SOYDAŞ. 06.08.2000

***

Cengiz Soydaş’ın Bant Takma Töreni Konuşması:

Yoldaşlar, Siper Yoldaşları;

Tarih, ak sayfalarına, bir kez daha hücre hücre ölen Özgür Tutsakların başeğmez direnişini yazacak.

Tarih bir kez daha son sözü direnenlerin söylediğine tanıklık edecek.

Bu güç bizim.

Bu güç şehitlerimizin.

Onlardan öğrendik umudun adını kanla nakış nakış duvarlara işlemeyi.

Onlardan öğrendik ölümü düşmanın elinde bir silah olmaktan çıkarmayı, ölürken zalimin yüzüne meydan okumayı.

Söz hükmünü yitirdi artık.

Gün, şehitlerimize, yoldaşlarımıza, halklarımıza layık olma günüdür.

Gün, Parti-Cephemizin direniş geleneğine bir halka daha ekleme günüdür.

Gün, düşmanı ve ölümü yere serme günüdür.

Ölüme yatarken, Ölüm Orucu Ekibinde yer alan diğer yoldaşlarım gibi; yüzlerce Ölüm Orucu gönüllüsü yoldaşımın; her koşulda evlatlarımız onurumuzdur diye haykıran ailelerimizin, bize güvenen halklarımızın; umutlarını, özlemlerini, düşmana duydukları kini sırtladığımızın bilincindeyim.

Bu bilinçle bir kez daha söz veriyorum; ölümü gülerek karşılayacağım.

Partime, Önderime, şehitlerimize, yoldaşlarıma, halkıma layık olacağım.

Biz Kazanacağız.

Halkımız Kazanacak.

Zaferimiz şimdiden kutlu olsun.

Yaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz!

Zaferi Şehitlerimizle Kazanacağız!

Yaşasın Siper Yoldaşlığı!

Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi!

Yaşasın Önderimiz Dursun KARATAŞ!

22 Kasım 2000

CENGİZ SOYDAŞ

Cengiz SOYDAŞ’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

BAHAR BİZİMLE GELECEK

Gözlerini tespihinden ayırmadan sigarasından derin bir nefes çekti Bekir. Parmakları makine gibi işliyor, habbeler birbiri ardına akıyordu… “Günler” gibi dedi. Günler de böyle akıyor mahpusta ama kum saati gibi, kimi doluyor, kimi boşalıyor. Yüreğini, bilincini kavgaya katan insanı, zaman sürekli zenginleştiriyor. Aktıkça pırıl pırıl nehir, yatağındaki taşlar gibi kusursuzlaştırıyor. Kendini kenara çeken ise susuzluktan kavrulup, dağılıp un-ufak oluyor sonunda… Eğer zamanı tutabilirsen, parmaklarının arasında kayan bir tanesi senden yana bu tespihin!.. Hapishanelerin kum saati de bu tespihler işte! Zamanı bilmek! Hem de elinde parmaklarının arasında tutarak… Cengiz gibi…

Boran mavisi firuze bir tespih düştü aklıma. Bartın Hapishanesi’nde direnişin yeni başladığı zamanlardı. Görüşten çıkıp doğru koğuşa gidiyor. Cengiz komüncüyle masada her zamanki neşesi ve coşkusuyla sohbet ediyorlar. Bekir’i görünce sigarayı uzatıyor;

– Gözün aydın, memleketten mi geldiler?

– Sağol Cengiz, aydınlık içinde ol. Memleketten gelmişler, çok selamları var.

– Nasıllar, iyiler mi?

– İyiler iyiler konuşup sohbet ettik biraz.

– Haftaya gelecekler mi?

– Geliriz dediler ya belli olmaz yine de. Neyse biraz konuşalım mı seninle?

– Tamam konuşuyoruz ya zaten!

– Tamam konuşuyoruz da itiraz etmek yok ama?

– Alla alla!.. Anlat hele itiraz edilmesi gerekiyorsa, ederiz bunun böyle peşin pazarlığı mı olurmuş hiç?

– Verdiğim bir sözü yerine getireceğim, itiraz etmemeni istediğim nokta burası.

Cengiz komüncüye dönüp gülerek Bekir’i şikayet ediyor.

– Adama bak ya!.. Pazarlık yapıyor resmen.

– Canım verdiği bir sözü yerine getirecekmiş onun için itiraz etmeni istemiyor galiba. Bu da pazarlık sayılmaz. Tamam itiraz edeceğinden kötü bir şey çıkarsa kırarız kemiklerini.

Cengiz “Tamam öyleyse” diyerek merakla Bekir’e dönüyor.

– Hatırlıyor musun havalandırmada merdivenlerin orada sana bir tespih sözü vermiştim. Şimdi o sözümü tutuyorum. Firuze! Boran mavisi hem de! Bant töreninden önce gelmesi de güzel oldu.

Bekir’in cebinden çıkarıp uzattığı tespihi alırken şaşırıp duygulanır Cengiz;

– Mahçup ettin beni! O sözü de çoktan unutmuştum. Sağol çok teşekkür ediyorum.

– Güle güle çek Cengiz! Biraz küçük ama çekimi güzel. Alır almaz kontrol ettim. Rengi de tam istediğin gibi.

Cengiz ışıl ışıl gözlerle tespihe bakıyor; “Hafifmiş de.”

Meselenin bu şekilde “şiddete” gerek kalmadan halledilmesine sevinen komüncü de espiriyle hüzün bulutlarını dağıtıyor.

Cengiz… Zoru bilmez ki Lazoğlu! Zevkle gönülden yapılan işin zoru mu olur? Elinde boran mavisi tespihiyle ışık saçarak gülümsüyordu. Günler ilerledikçe biraz halsizleşse de, gözlerinin ışığı coşkusu hiç azalmadı.

Omuzladığı hiçbir yükün altında kalmaz. O tezcanlılığıyla, neşesiyle dört elle sarılır. İş varsa mutlaka acelesi vardır. Bir an önce yapmalıdır, bitirmelidir…

Bekir, Sincan F Tipi’ne getirildikten birkaç gün sonra görmüştü son kez Cengiz’i. 16 kişi elleri arkadan kelepçeli olarak küçük bir ringin içinde balık istifi hastahaneye götürülmüşlerdi. Cengiz Bekir’in hemen yanındaydı.

19 Aralık katliam saldırısının izleri, kurumuş kan lekeleri, yara-bere izleriyle hala tazeydi. Cengiz’in gözleri şişmiş, morarmış, kafasında ve yüzünde açılan yerlere dikişler atılmıştı. Bekir’i görür görmez acılarını unutmuş, ışık gibi gülümsemişti yine. Açlığın 60’lı günlerindeydi. 19 Aralık direnişi ve kahramanlarımızın yarattığı destan tüm yaralarına ve gün gün eriyen bedenine rağmen direncini coşkusunu daha da harlamıştı.

Sonra çatıların duvarların üstünden aşıp gelen notlar… Baharı bekliyordu Cengiz. “Bahar bizimle gelecek” diyordu. Boran resimleri çiziyordu ak kağıtlara. Güneşe doğru sabırsız, neşeli kanat vuran umut renginde boran resimleri.

Kendi kendine izmaritine kadar yanıp kül tablasından düşen sigarasını alıp söndürdü. Bir sigara daha yaktı. Kaç tespih vakti kaldı? Kaç gün? Gel ey zafer!.. Kendi kendine hızlanır tespih çeken parmakları. Sabırsız makine gibi, koşar gibi aktarıyordu habbeleri… Düşüncelerinin duygularının ritmine uygun adeta birbirlerine her çarpışlarında “hadi hadi” sesleri çıkararak “Bu sefer sen benim tespihimi hazırla Cengiz, geliyorum!”

Onu dalmış kendi kendine gülerken bulan Hüseyin, yoldaşını yanındaki sandalyeye oturana kadar fark etmedi. Bekir Hüseyin’e takılmayı bırakmadan;

– Ben de güleyim de bari, şimdiden kendi kendine gülmeye başlamış gibi düşman demagoji yapmasın.

– Gül tabii yoldaş. Ekipdaşlık kolay mı? Ölürken de gülerken de beraber…

Hüseyin’in gülen gözlerinde Cengiz’in ışık gibi gülüşünü buldu birden. Yüzlerindeki aydınlık birbirinin aynı andadır. Benzerlik değil bu? Cengiz ışığını bizlere bıraktı giderken. Biz de sonrakilere devredeceğiz. Hiç eksilmeyecek yoldaş yüzlerin aydınlığı…

– Bekir!… Bekir!… Logara gel logara… Bekir!..

Soğuk mu soğuk bir Şubat günü adının seslenildiğini duyunca havalandırmaya fırlamıştı. 17×5 adımlık beton havalandırmanın yağmur suları aksın diye tam ortasına yapılan delikten geliyordu ses. Logar denilen bu delikler birbirine komşu havalandırmaları zemin altında su borularıyla bağlandığından eğilip bağırarak diğer havalandırmadakilerle konuşalabiliyordu. Hemen deliğin başına çöküp cevap verdi;

Evet kim sesleniyor?

– Bekir sen misin?

– Evet benim, sen kimsin?

– Helal olsun valla! Altı üstü iki ay oldu hemen unuttun mu sesimizi?

Önce sesin sahibini tanıyamamıştı. Biraz daha konuşunca anladı. Cengiz’in yanında kalanlardan biriydi kaldıkları hücrenin kapısında tamirat yapılacağından birkaç saatliğine Bekir’lerin logor hattındaki boşş hücreye getirmişlerdi üçünü de. Bekir heyecanla Cengiz’i sordu. Diğeri daha sözünü bitirmeden Cengiz’in sesini duydu öbür taraftan. Soğuğu, açlığı unutmuşlar, sohbete dalmışlardı.

– Bekir kusura bakma hediye ettiğin tespihe sahip olamadım. Operasyonda kayboldu.

– olur mu öyle şey! Ne demek kusura bakma. Bir tespih değil, bin tespih feda olsun sana. Söz zaferden sonra daha da güzelini hediye ederim. Aynısından iki tane getirir birlikte çekeriz. Boran mavisi firuze olur yine gümüş püsküllü hem de.

– Tamam zaferi kazanalım birlikte çekeriz. Ben görmesem de ikimizin yerine sen çekersin artık.

– Tamam çekerim de seni burada tespihsiz koyacak değiliz elbet. Sürpriz yapacaktık ama madem buraya kadar geldin söyleyeyim. Sana bir tespih yaptık hazır, bugün gönderecektik. Paket yapıp yarın göndeririz artık.

– Yine mahçup ettin. Helal olsun valla!

– Daha güzelini hediye etmek isterdik ama ne yapalım koşullar böyle…

Biraz daha sohbet edip vedalaşmışlardı. Cengiz’le son konuşmalarıydı. 120’li günlere ulaşmıştı… Zeytin çekirdekleri üzerinde son rötuşlarını da yaparak özenle bitirmişti tespihi. F Tiplerinde her şey gibi tespih de yasaktı. Bu nedenle zeytin çekirdeklerini biriktirip günlerce betona sürterek şekle sokup binbir emekle tespih yapıyorlardı. İlk zamanlar saklamak gerekiyordu. Cengiz’in tespihine önceden elbiselerden falan sökerek ayarladığı kırmızı iplerden güzel bir püskül yaptı. Güneşe kanat vuran bir borana kırmızı yakışırdı.

Ertesi gün paket yapıp tespihi göndermişti. 2-3 saat sonra bir paket Parlament sigarasıyla bir not gelmişti Cengiz’den. “Hayatımda aldığım en değerli ve en anlamlı hediye. Ömrümün sonuna kadar taşıyacağım” diye yazmıştı ve yoldaş sıcaklığını hissederek içmeleri için bir paket sigara göndermişti. Cengiz’in tespihini beğenmesine çok sevinmişken keyifle yakmıştı sigarasını…

Hüseyin bir sigara yakarken Bekir’in dalıp giden gözlerine takılarak sordu;

– Nerelere dalmışsın öyle?

– Tespihe

– Tespihe mi?

– Cengiz severdi tespihi. Buraya geldiğimizde bir tespih yapıp göndermiştim. “Zafer zafer” diyerek çekmiştir son güne kadar.

– Çekmiştir.

– Çeke çeke de sonunda yakaladı kalın karanlığın bittiği gün doğanın dirilip uyandığı gün.

– Evet… Az kaldı Newroz’a da. Kaç gün var?

– 3,5 tespih var.

– 3,5 tespih nasıl oluyor Bekir?

– Bak şimdi bir tespihte 33 tane var. 33 ile 3,5’u çarparsak 115,5 gün eder. Her gün bir tespih tanesi dersek 115,5 gün sonra 21 Mart yani.

Bu hesaba Bekir’in zeytin çekirdeğinden tespihine bakarak güldü Hüseyin.

– Desene daha “zafer… zafer… zafer” diyerek çok çekeceğiz.

– Evet ama bir kere ucundan tuttuk, bandımızı taktık. Gerisi çeke çeke gelir nasıl olsa. Getireceğiz!..

Düzenlenen katliam operasyonuyla birlikte direniş mevzisinin hücreler olarak değiştiği günlerde söylemişti Cengiz bu sözü. “Bahar Bizimle Gelecek” diyordu. Soğuk hücrelerde yapılan işkencelerin, ölüm orucunun verdiği rahatsızlıkların, çektiği bütün acıların halkın acıları olduğunu bilerek ve bu acıları dindirme mücadelesinde bedenini savaşın en ön mevzisine sürerek bu mevzide “ilk olma hakkını” kullanmak için yanıp tutuşarak…

“Devrimci sorun yaratan değil çözendir” sözü onun için her dönem bir kılavuz olmuştur. Gerek hapishanede, gerekse dışarıda ne kendi yaşadığı ne de çevresinde yaşanan olumsuzluklar karşısında “çaresiz” kalmamış gerekçe yaratmaya çalışmamıştır. Cengiz yoldaş partinin birikiminden olabildiğince yararlanarak olumsuzlukları aşmasını, aştırmasını bilmiştir.

O’ bir sınırsız Çobanın adıdır.

’96 yılında ölüm orucu günlerinde gönüllüler arasındadır. Cengiz ’96 Ölüm Orucu töreninden sonra yoldaşlarına sarılırken gözlerinin dolduğunu söyler, “ilk kez bu kadar duygulandım, gözlerim doldu” der. Ölüme uğurladığı yoldaşlarına duyduğu sevgi ve önde olmamanın sıkıntısıdır yaşadığı. İkinci ekipte kızıl bandını kuşanmasına karşın ilk olmak, önde olmak ister. Günler ilerledikçe 1. ekipteki yoldaşlarına daha çok sokulur, direnişin her anını onlarla yaşamak için yanlarından hiç ayrılmaz. Masada duran karanfillerin en güzelini en canlılarını götürür. 1. ekiplerin olduğu yere yerleştirir. “O sizin masada dursun” denildiğinde “Biz sizden sonra geliyoruz nasıl olsa” diye cevaplar, yoldaşlarını içinde her geçen gün biraz daha büyüyen sevgisini sunabilmek için çabalar. Kartları, mesajları yazar, 1. ekipteki savaşçıların olurunu almadan rahat etmez. Onlara sorar. Onlar beğenince mutlu olur.

1996 Ölüm orucu direnişinin zaferle sonuçlanmasından sonra Ulucanlar’da “mitralyöz” isimli bir dergi çıkarılmaya başlanır. İşte bu süreç Cengiz’in ne zaman yatıp ne zaman kalktığının belli olmadığı bir süreçtir. Yazar yazdırır. Hayatında mektup bile yazmamış insanlarımız yazı yazmaya başlar.

Cengiz sürekli araştıran okuyan, tartışan ve üreten bir yoldaşımızdır. Haftada 2-3 yazı yazdığı dönemlerde bile, verilen diğer görevleri de yerine getirmeye çalışır.

Neşeli, sıcak kanlı, hoş sohbet bir arkadaşımızdı. Kahkahalarını koğuşun her tarafından duymak mümkündü. Esprileri, konuşmaları, bu neşeli yanının ayrılmaz bir parçasıydı.

Cengiz’in tek uğraşı dergi faaliyeti de değildir. Hapishanede gerçekleştirilen hemen her faaliyette Cengiz’i görmek mümkündür. Cengiz her yerdedir. Bartın’da bu temposu daha da artar Cengiz’in, verilen her görevi başarıyla tamamlamak için sürekli bir koşturmaca içinde olmasına rağmen hiç şikayet etmez. Yaptığı işten zevk alır. Küçük büyük demeden her görevi titizlikle yerine getirmek için canını dişine takar. Barikat mı kurulmuş, rehin eylemi mi var, Cengiz ekibin başındadır. Basın için açıklama vb. mi yapılacak Cengiz oturur yazar. Kültür gecelerinde skeç mi yapılacak. Cengiz oyuncuların arasındadır. Anma ve kutlamada mesaj mı okunacak, Cengiz elinde metin en iyi nasıl okurum kaygısıyla çalışmaktadır. Temizlik, çamaşır, bulaşık mı, bir biçimde dahil olur. Programda asılacak pankartın düzeltilecek bir yeri mi var, gözünden kaçmaz Cengiz’in, gelir düzeltmek için yardım eder. Hukuk işlerinde müvekkilleri için sevinen, üzülen avukatlar gibidir. Tahliye varsa sevincine diyecek yoktur. Günler geceler boyu bir makalenin hazırlıklarıyla uğraşır.

Cengiz ağırbaşlı, ideolojik gücü olan, düşünce yapısı geniş, üretken, tartışmayı seven politik bir insanımızdır.

İlişkilerinde sıcak ve yapıcıdır. Tavırları, davranışları oturma-kalkmasını bilmesi ve içtenliğiyle karşısındakini sarıp-sarmalar, yoldaşları tarafından sevilir-sayılır. Çünkü o, ben bilirimci değil, iyi bir dinleyici, mütevazi bir öğrencidir de. Kimiyle şakalarla, kimiyle öğrencilik yıllarında edindiği deneylerle, kimiyle DEV-GENÇ’li olmanın verdiği coşkuyla, kimiyle okuduğu kitabı tartışarak güzel bir ilişki kurar. Yoldaşlarla tartışmak didişmek Cengiz’e terstir. Tartışmaları o seviyeye getirmediği gibi, getirilmesine de izin vermez. Eleştirilerinde yapıcıdır. Karşısındakini anlamaya çalışır. Eleştirirken niyetinin yıkmak-ezmek kırıp-dökmek olmadığını, aksine bir zaafı-eksikliği gidermeye düzeltmeye çalıştığını her davranış ve sözüyle hissettirir. O yıkmanın kolay, yapmanın ise zor olduğunu bilendir. O’nun için her zaman özenli ve titizdir.

Partisine ve kavgasına sımsıkı bağlarla bağlıdır. Bağlılığın temelinde ise devrime duyulan anlık geçici duygular vb. değil Marksizm-Leninizm’in bilimsel doğruları bu doğrularla yoğrulmuş bir ömür boyu sürecek bilinçli bir tercih vardır; Devrim ve devrimcilik… Düzen içinde elde edebileceği pek çok olanak olmasına rağmen idealleri için hepsini elinin tersiyle itmesini bilmiştir. Sevdiği insan düzene koşunca hiç tereddüt etmeden bütün ilişkilerini koparmış, sevgisinin kirletilmesine izin vermemiştir. O’nun için Parti-Cephe’nin ideolojisinden, halkımıza sunacağı özgür ve onurlu bir yaşamdan daha büyük bir sevgi söz konusu değildir. Çünkü o kavgaya sevdalıdır. Bu sevda için yapamayacağı fedakarlık yoktur. Bilmediklerini öğrenmek için çabalayan Cengiz, bildiklerinin gereğini yapmak için engel tanımayan, misyonunun bilincinde bir kavga adamıdır.

“…19 Aralık’taki operasyonda göğüs göğse çarpışıp çekildiğimiz bir bölümde yaralı yoldaşlara pansuman yapıp tepeden tırnağa ıslanmış vaziyette üzerindeki ıslak elbiseleri değiştiriyorduk. Cengiz de sırılsıklam olmuş ve ölüm orucunun 57. günündeydi. Hemen kuru eşyalar bulup üzerini değiştirmesine yardımcı oldum. En son bir yünlü gömleği de zorla giydirdim. “Üzerimdekiler iyi bunu sen giy, sen de sırılsıklam olmuşsun” dedi. Ben de bunu giymesini bir sağlıkçı olarak söyledim, kendi eşyalarımı da değiştireceğimi ama bunu mutlaka giymesini söyledim. Operasyon koşullarında, ölüm orucunun 57. gününde bile bunları düşünebilecek kadar yoldaş sevgisiyle doluydu… Cengiz yoldaşlarını düşünüyordu…”

Yanında kalan yoldaşlarımızın anlatımıyla Cengiz Soydaş’ın son saatleri;

“Yatakta bile hareket etmekte zorlanıyor, konuşmada oldukça güçlük çekiyor. Akşam sayımından önce uyumak için uzandı. Bilinci yerindeydi. Sayım için uyandırdığımızda kendinde değildi. Sayıma 2. müdür geldi. 2. müdürün kaçıncı gün? sorusuna “150. gün” dedi. “Nasılsın” diye sorunca “canavar gibiyim” dedi… Sayımdan sonrada kötüleşmeye başladı. Masaj yaptık ama düzelmedi.

21.00- Nabız 60. Şekerli su verdik. Sorularımıza cevap vermiyor. Sigarasını kendi yakamadı. Sigarasını ağzına götürmekte zorlanıyor. Bakışları donuk, bir noktaya odaklanıp kalıyor. Okulu nerede okuduğu, ölüm orucu töreninde bandını kimin taktığını vb. sorularıma bile cevap vermiyor. Sorumu anladığını söyleyip dalıp gidiyor.

21.30- Bir bardak su içirip yatırdık. Dinlensin belki toparlanır diye düşünüyorduk. Bu arada gün boyu devam eden terlemesi daha da arttı. Vücuttan ziyade boyun ve göz kısmı terliyor.

23.30- Uyandı. Tuvaletini yapıp su içti ve yatakta oturdu. Kendine geldi. Neler olduğunu, sorduğumuz soruları hatırlıyor, Nabız 60 ama güçsüz. Sürekli uyku hali var.

03.30- Tuvalete kalktı. Dengesi tam yerinde değil.

07.30- Gözleri açık. Bilinci kapalı. Ara ara inliyor. 10-15 saniyede bir sanki nefes almakta zorlanıyor gibi ağzını açıp derin derin nefes almaya çalışıyor… Nabız 52. Vücudu soğuk.

08.00- Durumunda değişiklik yok. Yatakta yan çevirdik. Sayımı atlatmaya çalışacağız.

Sayımda geldiler. Uyuyor dedik. Bakmak istediler. Durumu anladılar. Müdürü çağırdılar. Sedye getirip Cengiz’i hastaneye götürdüler.

Götürülürken durumunda bir değişiklik yoktu. Bilinci kapalıydı.

(…)

Son gece kollarını halter kaldırır gibi yapıp “bomba gibiyim” demişti. Bomba gibi patladı düşmanın beyninde. Newroz ateşini harladı.

Bir süre ateşi yüksek olduğu için yataktan çıkamamıştı. Az da olsa kendini toparlar toparlamaz üzerini giyinip iradesini de zorlayarak ayağa kalktı, zamanının büyük kısmını ayakta, oturma yerinde geçirmeye başladı. Rahatsızlığının devam ettiğini dikkatli bir gözlem sonucu anlayabiliyorduk. Ama Cengiz bu durumu çok iyi gizleyebiliyordu. İradeyle kendini dinç bir görünüme büründürebiliyordu. Bu durum şehit düşmesiyle daha iyi anlaşıldı. Ölüm orucu odasında gelen-giden yoldaşlarla ilgilenmek için kullanılan irade, an be an gelen ölümün hazırlığında durumu düşmandan saklayabilen iradeyle aynı iradeydi. Bu irade kaynağını göreve kilitlenmekten, ideolojik güçten davaya bağlılıktan ve bizi biz yapan değerlerimizden alıyordu. Cengiz’imiz bu değerlerin taşıyanı olduğunu, düşmanın beyninde patlayarak gösterdi. Anısı önünde saygı ile eğiliyorum. Dolu dolu paylaşımda artık çok geç olsa da vasiyetlerini, andlarını, miraslarını, sahiplenmek ve yüklenmek için gecikme sorunu olmaz…”

***

Hüseyin Çukurluöz’ün Cengiz için yazdığı şiir:

bu bayrak

yeni zaferlere

dalgalanacak…

İşte;

o an geldi

yoldaşlar!

Kaynayan volkan

patladı.

Mart’ın 21’inde

Newroz’un şenliğinde

CENGİZ SOYDAŞ’ımızdı

patlayan volkanımız.

Mart’ın ayazını

sıcağa dönüştüren

yoldaşımız, Cengizimiz

Kahraman Yoldaşımız…

Umut seninle yeşerdi

bu çembere

ilk darbe

seninle vuruldu…

Kan ağlar yüreğimiz…

Çelişki görüp

anlamayanlar olacak, lakin

coşkumuz

daha büyük

can yoldaşımız…

Sen bize

zaferlerin en yücesini

verdin de

güneşe çekildin.

Söz sana

söz sana

mert delikanlımız;

bu bayrak

yeni zaferlere

dalgalanacak…

Söz sana

alnımızı göğsüne

yasladığımız İLK’imiz…

Kar Makina’mız… söz sana.

Yerde kalmayacak

ahın

Kırılan çember

paramparça edilecek.

Biz olmadan Umut

Biz ölmeden zafer olmaz!!!

inanç ve kararlılığıyla

alnımıza geçti

kızıl bantlarımız.

Başka yolu yok:

“Ya Zafer Ya Ölüm!..”

“İnat” mı?

Evet,

amaçsız değil

“Tutku” mu?

Evet,

körü-körüne değil…

“Gurur” mu?

Evet,

bu Anadolu Halklarının

onurlu yaşama gururu…

Süreç bize hırçın bir inatçılığı

sevdamız vazgeçilmez bir tutkuyu,

misyonumuz direnme gururunu yüklüyor…

Savaş alanı

bedeller alanıdır.

Coşku, sevinç, hüzün, acı alanıdır

İnanç, cüret, cesaret alanıdır.

Hele de politik amacı

büyük olan savaşlar

büyük fedakarlıkları

bükülmez bir iradeyi

olmazsa olmazlaştırır.

Ey Halk!..

Bu şanlı destan

ve ödenen bedeller

senin için…

Ey bu ülkenin aydınları

onurlu, namuslu insanları;

bu bedeller

senin için…

Aç gözlerini zulme baş eğmeden bak;

ölülerimizden oluşan bu dağ

senin için…

Hüseyin Çukurluöz

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Benzer Yazılar