Üzerinden yıllar geçmiş olsa da Maraş’ın sokakları hâlâ yankılanıyor. Dağların taşların sessiz dili, her seher vakti adını fısıldıyor: Maraş… Bu fısıltı ne bir hikâye ne de unutulmuş bir masal. Alev alev yanan, dumanı hâlâ göğe yükselen bir gerçeklik. Ağıtlar, bu toprakların yazgısına kazınmış gibi. Her evin duvarında, her taşında bir inilti saklı. Peki, neden kapanmaz Maraş’ın yarası? Neden dinmez bu acının sesi?
Analar ağıt yakıyor duvarların dibinde; acı, taşlara sinmiş. Çocukların gülücükleri, duvarlara çivili birer hatıra gibi asılı kalmış. Zulüm, sokak sokak dolaşmış; her kapıyı çalmış, her evin içine ölüm bırakmış. O gün, Maraş’ta bir halkın inancı, kimliği ve yaşam hakkı hedef alındı. Bir insanın hangi Tanrı’ya inanacağı, hangi sözleri söyleyeceği sorgulandı. Tırpanlar, tahralar ve satırlar, komşulukların arasına birer sınır gibi çekildi. Kardeşlik bağlarını kesen bu sınırların ötesinde, yalnızca küller ve yıkıntılar kaldı.
Maraş’ın sokakları, kaybedilen bir güvenin yasını tutuyor hâlâ. Bir zamanlar kız alıp veren, bahçelerinde tavukları birbirine karışan insanlar, nasıl oldu da birbirlerinin celladı hâline geldi? Hangi sözler, hangi fikirler bir halkı, bir diğerine düşman kılacak kadar kör edebilir?
Alevi kimliğinin yüzlerce yıl boyunca uğradığı baskı ve zulüm, Maraş’ta bir kez daha vücut buldu. O gün, yalnızca insanlar değil, tarih de katledildi. Alevi toplumunun belleğinde bu olay, Kerbela’nın bir devamı gibi yankı buldu. Maraş’ın göğünden yükselen ağıtlar, Hüseyin’in Kerbela’da yükselen sesiyle buluştu. Çünkü Alevi inancında Kerbela, zulmün evrensel sembolüdür; adalet arayışının asla son bulmayacağının bir kanıtı.
Katliamın ardından Maraş’tan koparılan insanlar, anılarını, acılarını ve yanık eşyalarını da yanlarında götürdü. Yeni topraklara yerleştiler, ama geçmişlerinden kaçamadılar. Çünkü bir yara, üstünü örtmekle iyileşmez. Çünkü acı, göç ettikçe azalmadı; aksine, gittiği her yerde daha derin kökler saldı. Yıllar geçti, ama o günlerin karanlığı hâlâ bu insanların yüzlerinde, sessizliklerinde yaşıyor.
Devlet, Maraş’ta yaşananların üzerine bir örtü çekmeye çalıştı. “Dışarı çıkmak yasak” dedi, sessizliğin sesi oldular. Ama bu sessizlik, adaletsizliği daha da büyüttü. Katliamın ağırlığı, yalnızca bir halkın değil, tüm toplumun sırtına yüklendi. Çünkü adalet yerini bulmadığında, bir toplum da iyileşemez. Zulüm unutulmaz; o yara, kapanmaz.
Maraş’ın yarası, yalnızca geçmişin değil, bugünün de bir sorunudur. Bu yara, bir halkın kimliğini hedef alan her türlü baskıyı hatırlatır. Bu yara, bir çağrıdır: Adalet olmadan barış olmaz. Bu yara, bir direniştir: Zulme boyun eğmeden yaşamak mümkün. Ve bu yara, bir mirastır: Unutulmasın diye.
Maraş, acısıyla, ağıtlarıyla ve direnişiyle hatırlanacak. Çünkü bu topraklarda adalet sağlanmadıkça, insanlık bir daha o sokaklarda yankılanan çığlıklarla yüzleşmek zorunda kalacak. Ve o zamana dek, analar hep aynı şeyi söyleyecek:
Kapanmaz bu yara.