Gürsel AKMAZ
Şehit Düştüğü Tarih: 16 Nisan 2001
Şehit Düştüğü Yer: İzmir Yeşilyurt Devlet Hastanesi
Doğduğu Tarih: 1960
Doğduğu Yer: Denizli, Acıpayam İlçesi Yazır Köyü
Mezar Yeri: Kaynaklar Mezarlığı Buca Ada No: 39 / İzmir
F Tipi hapishanelere karşı 20 Ekim 2000’de başlatılan Ölüm Orucu direnişinin üçüncü ekibinde yer aldı. Ve ölüm yürüyüşünün 124. gününde şehit düştü.
Gürsel Akmaz, 1960 Denizli Acıpayam ilçesi Yazır köyü doğumludur. Mücadeleye 12 Eylül 1980 öncesi katıldı, Acıpayam’da başta yoksul köylülük olmak üzere halkın mücadelesinin örgütlenmesinde yer aldı.
1988’de, ailesinin işçi olarak çalıştığı Hollanda Amsterdam’a gelen Gürsel, Avrupa’da da mücadelenin dışında kalmadı, devrimci demokratik mücadelede çeşitli görevler üstlendi. Avrupa koşullarında da emekçi, devrimci özelliklerini kaybetmeyip, Avrupa’nın yozluğunu reddetti.
Böyle olduğu içindir ki, ülkeye dönmek, hep onun aklının bir kenarında oldu ve nihayet, ülkeye, kendi bölgesinin dağlarına gerilla olarak dönerek, Ege dağlarında sırtında mavzer, Çakıcı’ların geleneğini yaşatmaya çalıştı.
Bölgede gerilla faaliyeti yürütürken, 27 Kasım 1998’de Derinkuyu’da tutsak düştü. İşkencecilere ifade vermedi. “Devletinize ifade vermiyorum, bana okutmuş olduğunuz hiçbir yazıyı imzalamıyorum” diyerek, işkencehanelerden başı dik çıktı.
14 Aralık 1998’de tutuklandıktan sonra, içinde savunma hakkı da olmak üzere, tutsaklara yönelik çeşitli hak gasplarını gündeme getiren “üçlü protokol”ü protesto için savunma yapamadığı bir “yargılama” sonucu 146/1. maddeden idam cezası verildi.
Gürsel, mütevazi, okumayı, öğrenmeyi seven, bir devrimciydi. Hapishanede bu çalışmasını sürdürdü. Her eylemde, direnişte yoldaşlarıyla omuz omuzaydı. Bergama hapishanesinde DHKP-C tutsaklarının tünel faaliyetinin açığa çıkmasını üzerine, devletin bunu bahane ederek gerçekleştirdiği saldırıya karşı direnişte, o da vardı.
Oligarşinin F Tipi saldırısı gündeme geldiğinde, ölüm orucu gönüllülerinden biri oldu. 20 Ekim 2000’de başlayan Ölüm Orucu direnişinin üçüncü ekibinde yer aldı. Ve ölüm yürüyüşünün 124. günü, 16 Nisan 2001’de direnişin 41. Şehidi olarak ölümsüzleşti.
***
Gürsel AKMAZ’ın 19 Aralık katliamında şehit düşen Ölüm Orucu direnişçisi Halil Önder için yazdığı şiir:
Halil’e,
Sen Kozanlar’a çıktın yine Halil’im
bırak ne derlerse desinler
Rivayetlere kulak asma
İzninle
acemi şiircik serpeyim
-Ege toprağı niyetine-
Yaşamın ve direnişin gibi
dosdoğru
ve dümdüz uzandığın
Düziçi’ndeki toprağına,
mezarına.
Kozanoğlu’nca
karı dizlemek vardı hani Halil’im
gez göz arpacık, selamıyla
yaralarım göz göz ağlar
alevin dişlilerinde
çıra çıldır çıldıra
bir başkadır pamuğu Çukurova’nın sevdası bir başkadır
kavgası bir başka
yandıkça kıvranan
kıvrıldıkça hınçla yanan Hasan Dağı’dır
Toros’un delişmendir kızları ve mert
Oğlanları delikanlıdır ve yiğit
İnsanı insandır yani
Kozanoğlu’m kalk diyor Halil’im
oluk oluk
Ilık ılık akan kanıyla
Seni çağırıyor bak İnce Memed
atla kızıl atın üzengine
kıpkızıl alnındaki tertemiz cefayla
bir yusufcuk havalanır Amanos eteklerinden
kanatlarında asi rüzgar
bizim rüzgar
boranlarca
Kopan kızılca kıyametin ilk adıydın sen Halil’im
karanlığı aydınlığa çıkaran
Işıl ışıl yanan dik başında iki ela gözünle
yanan yakan
ve yangınlara bakan
Karanfil-i reyhan kokan gül yüzünle
namertlere karşı
toroslar baharsız kalmaz
çukur utançlarda alçalanlar sussun
duysunlar namus nedir
onur nedir görsünler
bilsinler vatan nedir
emanetin “elveda”n
yüreğimize düşürülen ateşle
yanar ha yanar Halil’im
topa tutsalar kar etmez
zılgıtlarım izin vermez
ölüme de tilililili hey
halk yenilmez
durmadan akıyor Ceyhan Halil’im
yılmadan bozulmadan
bıkmadan bulanmadan yanar Çukurovam yanar
suya tutsalar ıslanmaz
Ceyhan kan Ceyhan revan
Sen bir zafer topusun Halil’im karanlıkları yakan
o sahra günlerinde kahraman kızıl
bir meşale olup
söylediğini yapan soyun ve soyadın gibi şahlanıp da aydınlığa koşan
biz seninle yine çökertmelerde yürüyeceğiz Halil’im
bırakalım ne derlerse desinler
rivayetlere kulak asmayalım
de be Kozanoğlum, İnce Memedim
Çökertmelim, Halil’im
nehle mefi mövt Halil’im
nehle mefi mövt
*nehle mefi mövt: Bize ölüm yok.
Gürsel Akmaz, Aralık 2000-Ocak 2001
(Bu şiir, Yaşadığımız Vatan dergisinin 23 Nisan 2001 tarihli, 87. sayısında yayınlanmışır.)
***
S. Gürsel AKMAZ’ın ölüm orucu şehitleri, Yasemin Cancı ve Berrin Bıçkılar için yazdığı şiir:
İki Boran Ki
… Duyduk,
gördük, bildik.
İlk boranlar havalanmış
şu Uşak’ın içinde
burası geçilmez demişler oyy
İki boran ki, Yasemin Berrin
Umudu şaha kaldırmışlar oyy
Hey gibi zeybekleri
efeleri kadınlarımızın
Yüreğimin telini titreten Ege türkülerim
Aydınlığım, inancım, onurum, namusum
Bayrakları vatanımın
Gelir direncim, dayancım
Genç ömürlerde
Çokça ömrü birarada yaşayanlarım
Ey acıların toprağı Anadolumuzun Egesi
Hey gidi mübarek isyanım hey
İki elleri yangın
İki elleri kınalı
İki elleri yıldızlı zafer türküsü…
12 Şubat 2001 / Buca
Gürsel AKMAZ
***
Gürsel AKMAZ’ın yoldaşlarına yazdığı mektuplardan:
Merhaba,
Şehitlerimiz her biri ayrı ayrı önemli birer kayıpsa, onların bize bıraktıkları miras, on kat, yüz kat daha fazla güç kaynağımızdır. Onların vatan, namus, onur diyen sesleri kulaklarımızda. Ölümsüz kahramanlarımız ülkenin ve halkın yüz akıdırlar. Tüm dünya da üstümüze gelse “halkı ve vatanı için ölümü göze alan bir insanın meşru iradesinden siyasal haklılığından daha güçlü bir güç olmadığını” görmeye devam edecekler…
Aradan geçecek yıllar sonra bu direnişin yüceliği çok daha iyi anlaşılacak. Ama şu kadarını söyleyeyim ki; emperyalizme karşı direnen, savaşan tüm dünya insanlarının gözü direnişin üzerindedir. Demokrasi diyen gerçekten demokratik bir Türkiye diyen insanların kulağı bu direniştedir. Geceleri aç yatılmayan, gündüzleri sömürülmeyen bir ülke özlemi taşıyan herkesin yüreği bu direniş için atmaktadır. Bu yanıyla 2000-2001 ölüm orucu direnişi salt ulusal değil, evrensel boyutla da tarihte hak ettiği yeri alacaktır. Ne mutlu ki bize böylesine kahraman, dürüst, saf-temiz idealler için ölümü göze almış yüzlerce, binlercesi olan bir yüce ailenin insanlarıyız “insanlık alemi” bu insanlarımızla daha da yücelecek. Bundan eminiz. İnsanın yüceldiği her yerde de ölümsüz kahramanlarımız, yiğitlerimiz, efelerimiz, baronlarımız… hazır olacaklar. Buna inanıyoruz…
14 Ocak 2001
Gürsel Akmaz
Sevgili arkadaşlar hepinize merhaba,
Sizleri zafer yürüyüşümüzün bitmeyen-tükenmeyen inancı, güvenci ve coşkusuyla kucaklıyorum. Nasılsınız? Biliyorum, “direniş-ölüm ve yaşam” içindeki insanlar nasıl olması gerekiyorsa, öylesinizdir. Bizler de bu tarihsel, eşi-benzeri dünyada görülmemiş yürüyüşümüzde; hüzünlerle, ama kahraman şehitlerimizin bıraktıkları, onura, namusa, vatan ve halk sevgisine dair o büyük miraslarıyla daha da güçlü hissediyoruz kendimizi, öyle değil mi?
Biz 19 Aralık sonrası “şevkat”le “hayatlarımız kurtarıldıktan” sonra 21 günlük hücre süreci yaşadık, yaşatıldık. 8 Ocak günü sekizerli koğuşlara geldik. 4., 6. ve 7. koğuşlardayız şimdi. Benim de içinde bulunduğum 6 kişilik 3. ekip ve tüm arkadaşlar ölüm orucu direnişimize devam ediyoruz. Biliyorsunuzdur belki 1. ve 2. ekiptekiler hala hastanelerde. Bir haftadır iradi olarak B1 almıyoruz. Hücrelerdeyken almamıştık. Şeker, tuz, su ve sigaradan oluşan menümüzle devam ediyoruz. Günlerimiz günlük gazeteleri okumak, TV izlemek, radyo-teyb dinlemek ve zafer yürüyüşümüze, kahramanlarımıza ilişkin sohbetlerle geçiyor. O arada Kütahya, Kartal, Sincan, Kandıra, Edirne, Bakırköy ve Uşak’tan gelen mektupları da özlem ve coşkuyla okuduk okuyoruz. Sizinki gibi, F Tipleri dışardakilerin koşulları hemen hemen aynıymış. Görüş günlerimizde ailelerimizle karşılıklı morallerimizi, kararlılıklarımızı sürekli canlı tutuyoruz. Daha önceleri duygusal vb. nedenlerle oflayan-pohlayan kimi ailelerimiz de kabullendiler artık direnişimizi. Kararlı olanlar daha kararlılar. Kararsızlık içinde olan ailelerimiz de direnişin, direnme hakkının, insan onuru ve kimliğinin, iradenin gücünü gördükçe orada, kendi gücünü de görmeye-hissetmeye başlıyor. Şu anda teypte “Boran Fırtınası’nı dinliyoruz. Bu fırtınayı kimse dindiremez artık. Öylesine büyük bir direniş-ölüm ve yaşam” halayı ki bu, ancak zaferle mola verecek, soluklanacak.
Daha önceleri de vurgulandığı gibi, demokrasinin, adaletin, hak ve özgürlüklerin hapishanelerden geçeceğini Türkiye’de yaşayanlar da tüm dünya da görüp yaşayacak. “Yaşayan görecek”. “Doğrusu bu”. Zaferde tek bir kişi de kalsak, F Tipsiz, özgürce havalandırmada voltasını atacak yani. “Ve bu nar çiçeği açacaktır/bizim… bayram olacak/böyle halkın üstüne çevrilse de(…)/(…)/adaletin bayrağının(…)” amacında bayram edeceği günlere ulaşmada çok önemli bir aşama olacak bu büyük direnişin zaferi. Meşruluğumuz, haklılığımız ve kazanma inancımız bunu istiyor. Mektubuma bu kezlik son verirken hepinizi bir kez daha özlemle kucaklıyor, zaferce selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz.
Dirençle kalın, zaferle kalın olur mu?
30 Ocak 2001
Gürsel AKMAZ
Buca Hapishanesi YBK/7
Merhaba,
Mektuplarınızı dün ve bugün aldık. Bizleri daha da mutlandırdınız. Coşkumuza coşku kattınız. Mektuplarınızla, kartlarınızla ve elbet güzel şiirlerinizle. Adet yerini bulsun diye ben yine de nasılsın, nasılsınız diyeyim. Mektubundan, mektuplarınızdan anlıyoruz. Bizler de senin, sizin duyduğunuz inanç, duygu ve kararlılık içindeyiz.
Bugün biz 3. ekibin 90. günü. Genel direnişin 146. “Uzun ince bir yol” diyormuş diyen ya. Bu yolda… el ele yürüyoruz bizler. Az kaldı sizin de belirttiğiniz gibi adını dünya aleme duyurmaya. Şehitlerimiz, ha teslim aldı ölümü ha alacak, kaçıyor ölüm. Nereye kadar. Korkar ölüm elbet. Korktuğu için de kaçıyor habire. Hani “kaçtığı için de korkan tavşan”lar gibi. Dünya rekorunu kırdık ölüm orucunda, öyle değil mi? 137’lik rekoru Türkiyeli… kırdı. Bu onuru, gururu yaşayan, yaşatan halkımıza, oğul-kızıyla evlatlarına ne mutlu. Bu topraklar var ya bu topraklar acılı. Acılı ama o denli de bereketlidir bakma sen. Daha ne direnişler, ne büyük… yaratır. Ta o büyük güne dek.
‘Ben 30 Mart’ta şehit düşmek isterim’ dediydin iki ay kadar önce. Bir düşüncem de 30 Mart-17 Nisan şehitlerimizi yeni şehitlerimizle kucaklayarak bu büyük direnişin de (…) günleri olmasıdır. Ne anlamlı olurdu öyle değil mi?
Ha unutuyordum. Dün ilk mektuplarınızı aldığımız zarfta alıcı olarak ismim var, lakin içinde adıma mektup yoktu. Hayırdır dedim unuttular mı acaba, derken bugün geldi. Buradaki arkadaşlarla gülüşmüştük biraz.
Şiirlik konusuna gelince. Eh, bir şeyler karaladım, karalıyorum. Aklıyorum, allıyorum, yeşilliyorum. Ama öyle Barış’a rakip olma diye bir düşüncem yok. Onlar 1. ekibin arkasında 2. ekip olarak yerleri belli zaten. Ama direniş-ölüm ve yaşamın güzelliğinde bir tatlı rekabet var elbet; her yerdeki hapishanede, hastanede ekipler arasında olduğu gibi.
(…) Seni, hepinizi özlem kucaklıyorum. Selamlar, sevgiler
Dirençle kalın (…) kalın.
12 Şubat 2001 / Buca
Gürsel AKMAZ
Merhaba,
…Bugün hastanedeki 1. ve 2. ekiplerden de mektup aldık. Kimilerinde rahatsızlıklar artmış ama genel olarak iyiyizdir diyorlardı. E tabi bu iyiyizdirin de altını doldurmak gerek diyor, kimi yerden yazan arkadaşlar. Bu “iyiyizdir”in altı neyle dolacak peki? Yine hep söylendiği gibi vicdan muhasebemizi; şehitlerimizi, acılarımızı yaralarımızı unutmamak, bir de F tiplerinde onca keyfilik, baskı, işkence, tecrit o boyuttayken, hala nasıl iyiyizdir demenin bir başka açıklamasını görebilmek… Demem o ki, en öndekimizle, en arkadakimizle, F tiplerindeki, E tiplerindeki, hastanelerdeki… içerisi dışarısıyla direnişin yaşamın ve ölümün acılarını sevincini, hüznünü öfkesini…. hep diri tutmak. Bu vicdan duygusunu yitirmemek. Vicdansız olmamak yani. Adaletsiz olmamak. Direnişin vicdanıyla, yaşamın ve ölümün vicdanıyla yanıp tutuşabilmek… Geçmişten, şu andan ve gelecekten de kopmadan yapabilmek bu işi. Yoksa dünden yarın nasıl görülebilirdi…
Öyle ya da böyle; şehit, şehitlerimiz gerekli. Doğrusu bu. Herkes şehitlerimize kilitlenmiş sanki. Nasıl şehit adaylarımız en başta zafere kilitlenmişse, zaferimiz de şehitlerimizle bakıyor…
21 Şubat 2001
Gürsel AKMAZ
(Mektupların içindeki (…) konulmuş yerler hapishane idaresinin mektupta karaladığı bölümlerdir)
Gürsel AKMAZ’ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:
Birlikte çalıştığı bir yoldaşı anlatıyor:
‘Hadiyin, hadiyin birşey kalmadı’
98 Ağustos ayıydı. Bir akşam üstü sorumlu arkadaşlar bulunduğumuz yere Gürsel Abi’yi getirdiler. ‘Faruk’ diyerek her birimizle ayrı ayrı tanıştırdılar. Sıcak bir ‘merhaba’ dedi. Oldukça kilolu, ilk bakışta da yaşının büyüklüğünü hemen belli eden bir abimizdi.
Sabah olduğunda içtimadan sonra koşuya başladık. Ama hepimiz her yeni gelen arkadaşa baktığımız gibi Gürsel Abi’ye de bakıyorduk ‘Acaba bu kadar kiloyla koşabilecek mi?’ diye. Koşuda kısa bir süre sonra tıkandı. Nefes alışından yorulduğu, ciğerlerinin yandığı belliydi. Ama sporun sonuna kadar şaşıracaktık. Çünkü Gürsel Abi inatçıydı. Nefes alamaz hale gelmesine karşın koşuyu bırakmadı. Bir, iki, üç, böyle devam etti ve hiç bir seferinde bırakmadı koşuyu. Öğünlerde yemeklerden kendi iradesiyle kesmeye başladı. Ve gerçekten kampın sonuna doğru tığ gibi bir delikanlı olmuştu Gürsel abi.
Gürsel Abi 2 ay gibi kısa bir sürede, bizim aylara yayarak gördüğümüz eğitimin hızlandırılmış halini gördü. … İyi bir öğrenciydi. Daha kampın ilk haftaları pekçok sorumluluklar aldı. Herbirimizle ilişkileri sevgi-saygı çerçevesinde olan, yoldaşlığın yanında abi olarak baktığımız bir insandı. Abiliğin olgunluğu vardı O’nda. Emekçi ve çalışkandı. Günlük yaşamda eğitim programının dışında pekçok işte de olurdu.
Kamptan beri yaptığı besteleri, şiirleri kırda daha da çoğaldı. Hatta Erhan Komutan O’na küçük bir el teybi vererek sesini kasete çekmesini istedi. Doğada gördüğü güzelliklerden ilham alıyordu. Kırda da pekçoğumuzun önünde ve yine abimizdi. … Depo kazılırken, kapatılırken, yük taşınırken, malzemelerin temizlenmesinde… vb. Gürsel Abi yoruldum demeden çalışmıştır. Pek çok teknik eşyamıza (bilgisayar, solar, telefon vb.) o bakıyordu ve onları gözü gibi koruyordu.
İyi bir yürüyüşcüydü. Tepeleri, yokuşları, saatler süren yürüyüşleri, gece yürüyüşlerini hiç aksattığını, geride kaldığını hatırlamıyorum. Gerillada kuraldır, bir savaşçı önündeki ve arkasındaki yoldaşından sorumludur. Ama o kural olduğundan değil, doğallığında yapıyordu. Düşenimiz, yorulanımız olduğunda güç vermekten, sırtımızdaki yükün bir kısmını almaya kadar yardımcı olurdu.
Tutsaklık bizim için acı oldu. Gürsel Abi için de çok acı oldu biliyorum. Mahkemelerde görüşüyorduk. Mektuplaşıyorduk. Mektupları öyle doğal cümlelerle kurulu, yalındı ki. Gürsel Abi’nin mektubu deyince koğuşta hepimiz hemen toplanıverirdik.
Süreç başlamadan çok önce kendini hazırlamıştı. Bu çok açık belli oluyordu. Ama 1. ekip listeleri açıklandıktan sonraki üzüntüsü, içinde duyduğu acı da bir o kadar belli oluyordu. …
Ve şimdi şehit düştü. O’nun için diyoruz ki güzel bir insandı ve şehitliği yakıştı. Parti-Cephe’nin, birliğimizin onurlarından oldu. Gürsel Abi 3. ekipteyken kilitlenmesi ve şehitliğiyle hesapçı döneklere, yoldaşlarını yarı yoda bırakanlara da iyi bir cevap oldu. O hep bizimle yaşayacak. Gülümsemesi, olgunluğu, türküleriyle hep bizimle olacak.
***
Bir yoldaşı anlatıyor:
Gürsel arkadaşımızı kısa süreli tanıdım. Sessiz, sakin görünüşlü bilge bir kişi olarak bende yer etti. Ege Kır Birliği olarak dağlara kavuşmanın sevinci içerisindeyiz, yapılacak çok işimiz var. Gürsel her işte istekli bizleri de gayretlendiriyor. “Hadiyin, hadiyin birşey kalmadı” sözleriyle bize destek veriyor. O sessizliğinin altında sıcak yanlarını böyle gördük. Kendinden konuşulmasını pek sevmez. Yaşam içinde bir işin nasıl yapılacağı konusunda tecrübelerini söyler, ama sonuçta da “siz bilirsiniz” diye bırakır.
Onu ilk gören kimsede güven uyandırır. Dağda karşılaştığımız köylülerin önce kafalarındaki “anarşist” korkusu, Gürsel arkadaşımızın konuşmasındaki rahat, kararlı ifadeyle biraz sonra köylülerin «ya biz de sizi terörist sandık, Çakırcalıyı efeyi bilmez miyiz? Çoluk çocuk anarşist bunlar demiştik ama kelli-felli adamlarsınız dedikleriniz doğru, haklısınız ama azsınız» sözleriyle süren bir sohbete dönüşmüştü.
Molalarımızda güzel sesinden Ege türkülerini dinlerdik… Seni böyle kısa, öz tanıdık… Vatan sevgisi, halk sevgisi dolu yüreğini hiç çekinmeden yine sessiz, sakin sürüverdin zulmün önüne. Seni saygıyla, direnişimizin coşkusuyla selamlıyoruz.
(Bu yazı, Özgür Vatan dergisinin 14 Ocak 2002 tarihli, 6. Sayısında yayınlanmıştır.)
***
Bir yoldaşının anlatımı:
İşte Yetiştin Yoldaşlarına!
Merhaba Gürsel, hatırlar mısın kampa ilk geldiğin günlerde çok sık kullanırdın “Yoldaşlarıma yetişmeliyim” sözünü. Sen geldiğinde eğitimdeki diğer yoldaşların her sabah 1,5-2 saat koşuyorlardı. Bu sana ne kadar ulaşılmaz gelirdi. Ama ne olursa olsun yetişmeliydin onlara. İlk günler onlar koşar sen arkalarında ayağını sürüye sürüye gelirdin. Bir kaç hafta sonra artık koşamaz duruma gelmiştin. Ayakların okadar şişmiştiki ayakkabıların ayağına olmuyordu, terlik giyiyordun. Takılırdık sana “terlikli gerilla” diye. Ama seni durdurmak mümkün mü? Durmuyordun o halinle koşmaya çalışıyordun. Öyle ki artık müdahale etmek zorunda kalmıştık. Bir hafta yürüyecektin. Ama senin kafanda tek şey vardı. “yoldaşlarıma yetişmeliyim” Bu senin için gerilla olabilmek, dağlara çıkmak, yaren taprağına yüz sürmek demekti. Onlara yetiştiğinde artık Ege dağlarına çıkabilecektin. Her dakikanda her saniyende yoldaşlarına yetişme isteği ve kararlılığı vardı. Sen onlara koşuda ama onlar da sana çalışkanlık ve mütevazilikte yetişeceklerdi. Hele sohbetlerine doyum olmazdı. Başladın mı eskilerden anlatmaya gülmekten kırar geçirirdin herkesi. Neşe kaynağımızdın. Çok uzun sürmedi birlikteliğimiz. Sabah koşusunda yetişmesen de yoldaşlarına artık gitme zamanı gelmişti. Koşuya Ege dağlarında devam edecektin. Böyle bir dönemde vedalaşıp yolculamıştık sizi.
Ve Ege dağları, yaren toprağı, yıllar sonra efeleri, kızanlarıyla yeni yiğitlere kucak açıyor. Dost, düşman herkes şaşkın, Ege Dağlarında gerillalar var…
Sonra… günler süren operasyon ve komutanlarımızın destansı direnişi. Sen ve arkadaşların tutsak. Koşuya devam. Artık özgür tutsaksın. Ayakların patlaması ne ki. Yürek bile patlasa koşuya devam. Şimdi hedef daha net. Erhan ve Mehmet’e yetişmek. Koşuya devam. Ölüm Orucu 3. Ekip hızlanıyordu.. Geri dönüp bakıyorsun seninkiler peşinde. Son metrelerde Erhan ve Mehmet’i görüyorsun. Son solukta yetişiyorsun onlara, kucaklıyorlar seni. Geride size ulaşmak için koşan yüzlerce yoldaşın. Peşinizdeyiz. Tek muradımız size ulaşmak. Görüşeceğiz. Hoşçakal…
***
Kırıklar F Tipi’nden bir yoldaşının Gürsel AKMAZ’a ilişkin anlatımı:
“Zafere Söz
Boy verir
yaşamın, direnmenin ve
ölmenin hakçası
Toprağın şah damarında
Yiğitler ölür mü hiç
Hiç ölür mü umudun yiğitleri
Öyle bir türkü ki söylediğim
Galubeladan beri
Uğruna ölünesi”
Gürsel AKMAZ
Pencereyi açmasıyla beraber bahar havası doldu içeriye. Çiçeklerin kokusu geldi burnuna. Derin derin çekti o güzelim çiçeklerin kokusunu içine.
– Gürsel abi, çiçeklerin kokusunu aldın daldın gittin. Yoksa Ege dağlarını mı düşünüyorsun? dedi Apo.
Hastanenin hücresinde Apo, Celal ve Gürsel abi üçü beraber kalıyordu. Alınlarında kızıl bant yürüyorlardı emin adımlarla zafere. İçeriyi havalandıran Gürsel abiye takılmıştı yine Apo. Gürsel abi gülerek cevapladı:
– Ege Dağları aklımdan hiç çıkmadı ki Apo. Anlatayım istersen size.
– Bu da sorulur mu Gürsel Abi, dedi Celal. Apo da “ben de kaliteli cigarayı çıkarayım o zaman” diye ekledi.
Gözlerini kapatıp tekrar baharın, çiçeklerin kokusunu çekti içine. Artık Ege dağlarını adımlıyordu.
– Tavas Dağları’nda birlikle beraber yürüyoruz. Kuşburnu, keçiboynuzu topluyorum yoldan. Çocukların ağzı tatlanır, sevinirler. Onlar bizim geleceğimiz. İyi, sağlıklı büyümeliler… Bir beste yapmıştım çobanla ettiğimiz sohbet sonrası. Halkın sözü türkü gibi zaten. Sazla eşlik etsen nice güzel türküler çıkar.
Apo «hep böyle, doğal mütevazi» diye aklından geçirdi.
– Senin sazında, sözün de iyi Gürsel Abi. Ah bir de saz olsa, sen çalıp söylesen, ne güzel olur.
– Sazsız da olur be Apom, Ama sen de, Celal de eşlik edeceksiniz, tamam mı?
– Tamam, dedi Celal. Ama sen anlatmaya devam et.
– Akka tepesi var. Orada tüm Denizli görülüyor. Her şey ayaklarının altında. Hele bir de rüzgar esiyorki görmelisiniz. Yazın ferahlatıyor o tepe. Bir de Domuz Tepesi dediğimiz bir yer var. Orası mola yerimizdi, Erhan ve Mehmet komutanın gözleri yaktığımız ateş gibi ışıl ışıl parlardı. Oralardaki molalarda sohbete doyamazdık. Bir Erhan Komutan alırdı sözü, bir de Mehmet Komutan. Ben de sazla eşlik ederdim.
Bir nefes çekip sigarasından devam etti. «Daha da yakın hissediyorum kendimi Erhan’a, Mehmet’e, Ege Dağlarına» dedi.
Apo gülerek; “Hep beraber çıkacağız Ege Dağları’na, çok yakınız. Hadi sen Karayılanı söyle de dinleyelim.”
Gürsel Abi başladı söylemeye. “Karayılan derki, harbe oturak…” Sanki hastanenin hücresinde değildi üçü. Ege dağlarında, ateş başında oturmuşlar, sohbetteymişler gibiydiler… Üçünün de alnında kızıl bantlı, üçü de ölüm orucu savaşçısı…
Türkü bittiğinde uzandılar yataklarına. Gürsel Abi hedefine yakındı artık. Buca Hapishanesi’ndeyken “16-17 Nisan’da şehit düşmek istiyorum” demişti yoldaşlarına. Hedefi buydu ve çok yakındı. Ege Dağlarını düşünerek uykuya daldı.
Apo ve Celal I. Ölüm Orucu ekibindeydiler. Ve son günlerde durumları iyice ağırlaşmıştı. Bibirlerine belli etmeseler de artık ağır ve yavaş hareket ediyorlardı. Bir de zorla müdahale için kaçırılan yoldaşlarının geri getirilmesi için iki güne yakın şeker ve suyu kestiklerinden beri daha da ağırlaşmışlardı.
O gün… 12 Nisan’ın ilk saatlerinde önce Celal sayıklamaya başlamıştı. Apo kalkıp yardımcı olmak istiyor ama kalkamıyordu. Celal yanıbaşında sayıklamaya devam ediyordu. Ölüm Orucu’na ilk başladıkları günlerde “Bu göbekle ben 100 gün rahat giderim” demişti sohbette Celal. 100 günü, 150 günü çoktan geride bırakmışlardı.
Apo’nun gözleri ağırlaşıyor, bilinci gidip geliyordu. O da sayıklamaya başlamıştı. 12 Nisan’ın ilk saatlerinde önce Celal, birkaç saat sonra da Apo şehit düştü. Buca’nın ilk, direnişin 8. ve 9. şehitleri oldular.
Sloganları atıp nöbet tuttu Gürsel Abi. Oysa daha bir gün önce sohbet edip, Ege dağlarına gideceklerini konuşmuşlardı. Alnından öperken Apo’nun, “Alacağınız olsun. Ben götürecektim sizi dağlara, siz erken gittiniz… Yerimi hazırlayın, ben de geleceğim yakında” diye fısıldadı. Gözlerinden süzülen yaşı gizledi. Düşman görmesin ağlarken diye düşündü.
Bir yandan arka arkaya şehitler verirken, bir yandan da zorla müdahaleler başlamıştı. Düşman panik içinde ölüm oruçcularına müdahale ediyor, sakat bırakıyordu. Bir kaç kez doktorlar niyetlenmişti, Gürsel abiyi yukarı polikliniklere çıkarıp zorla müdahale etmeye. Cevabı kesindi gitmiyordu. Sonra doktorlar “yumuşak” yaklaşıp “ikna” etmeye çalıştılar. Yalvarıyorlardı adeta.
– “Hayır”, dedi net bir şekilde.
Bir şey yapmalıyım diye düşündü. Zorla götürdüklerinde ya da bilincim yerinde değilken bir şeyler yapmalıyım diye düşündü… Ve buldu. Bir kağıt parçasına bir şeyler yazıp cebine koydu. Elbisesini değiştirse bile kağıdı hiç yanından ayırmadı.
Şehitlerin arka arkaya gelmesinden panikleyen düşman, Apo ve Celal’in şehit düşmesinden üç gün sonra Gürsel abiyi zorla kaçırıp, yukarı polikliniklere götürdü. Ellerini ve ayaklarını yatağa bağlamışlardı. Müdahaleyi kabul etmediğini söylüyordu doktorlara. O an müdahale edemedi doktorlar.
Aynı odada direnişten kaçmış, hainler de vardı. Onlara dönüp;
– “Öyle ölünmez, böyle ölünür”, dedi.
Yine aynı kokuyu aldı. Apo ve Celal’le beraberken aldığı kokuyu. Baharın, çiçeklerin, Ege dağlarının kokusunu. Adım adım yaklaşıyordu Ege dağlarına. Erhan’ı, Mehmet’i düşündü. İçi rahattı. Yanlarına gidiyordu…
Doktorlar yine hızlı adımlarla geldiler. Zorla müdahale etmeye çalışıyorlardı. Cebini işaret etti. Bir an ne demek istediğini anlayamayan doktorlar cebine bakınca kağıt parçasını gördüler. Kağıtta; “Zorla müdahaleyi, tedaviyi kabul etmiyorum” yazıyordu.
Çiçeklerin kokusu odayı kaplamıştı.
Nisanın ortasında yemyeşildir Ege dağları. Her tarafı renk renk çiçeklerle doludur. Çocuklar oynuyordur oralarda yine, diye düşündü gözlerini kaparken.
Nisanın 16’sında ölümsüzleşti Gürsel efe.
Sözü vardı;
16-17 Nisan’da şehit düşeceğim demişti.
Sözü vardı;
Apo ve Celal’e Ege dağlarını gezdirecekti.
Sözü vardı;
Erhan ve Mehmet Komutan’la sohbet edecekti.
16 Nisan’da sözünü tuttu.