Çayan GÜN
1988 yılında Erzincan ili Çayırlı ilçesi Gelinpertek köyünde doğdu. 14-15 yaşına kadar köyde tarlalarda ve çobanlık yaparak çalıştı. Devrimci Hareketle 2004 yılında, köylerine gelen Cepheli iki kardeşin kendisine dergi vermesiyle tanıştı.
2006 yılında İstanbul’a geldi. İstanbul’da da örgütlendiği 2007 yılına kadar çeşitli konfeksiyon atölyelerinde çalıştı. 2007 yılından itibaren devrimcilik yapma kararı aldı. Çayan Mahallesi ve Sarıyer’de mahalle çalışması yaptı, sorumluluklar aldı. Bir süre Yürüyüş dergisinde çalıştı. Kürdistan örgütlenmesinde yer alarak Elazığ, Malatya, Dersim sorumluluğu yaptı. Köylerde kır çalışması yaptı.
DHKC İbrahim Erdoğan Kır Gerilla Birliği savaşçısı Çayan Gün 6 Nisan 2016 günü, Dersim’in Hozat ilçesinde oligarşinin askeri güçleriyle girdiği çatışmada şehit düştü.
***
Bu dağlarda silah çatmaya başladığımızda ve umudu dağlara taşıdığımızda gözlerimize bakan gözler hep ağlamaklı.
Bu gözyaşlarının iki nedeni var. Birincisi, “Bizimkiler gelmiş, bizim de başımız artık eğik değil” diye ifade edilen bir gururun ifadesi. Ne çok hasret kalınmış bize. Ne çok hayal edilmişiz bu dağlarda. “Gece kapı çalındığında, bizimkiler olmasın? diye kapılarımızı açtık hep” diyor bir köylü taraftarımız. Sonra bir başkası bize uzun uzun baktıktan sonra “kurban olam size bu bereler ne çok yakışmış” diyerek o da gururlandığını ifade ediyor.
Sonra söylentiler duyuyoruz. “Bizimkiler gelmiş, orman sorunu da, sınır sorunu da, kavga da kalmaz, biter” diye ilçedeki konuşmalara şahit olunuyor. Halkın adaletimize olan inançları ve bize “bizimkiler” deyip kendilerinin bir parçası olarak görmeleri bizi gururlandırıyor, duygulandırıyor ve coşkumuza coşku katıyor. En çok ilgi çeken gerilla kamuflajlarımızla ve disiplinli bir şekilde girdiğimiz köylerde karşılayanlar hasretle sarılıp gözlerini ıslatırken, bir hayalmişiz gibi bakıyorlar gözlerimize.
Bu dağlarda yine, yeniden mutlaka ve bir gün Cepheliler’i göreceklerini biliyorlardı. Ama ansızın kapılarını çalanların bizler olduğunu görünce şaşkınlık başta birçok duyguyu yaşıyorlar.
Şahanların dağlarda olduğuna tanıklık edenler, bu dağlara adaletin bizimle geleceğini de biliyorlar. Dostlarımız kadar düşmanlarımız da bunun farkında. Bu sebeple düşman geldiğimizi duyar duymaz alakasız insanları gözaltına alıp, baskı ve terörünü hemen hissettiriyor halka. Halkımız da bunu çok iyi biliyor, düşmanı iyi tanıyor ve bizden yana kaygılanıyor halkımız. “Aman ha” diyor bir anamız. “Siz geldiniz, köpekler gene durmaz, operasyon üzerine operasyon yapar. Siz ne zaman gelseniz daha çok saldırıyorlar bu dağlara.”
Düşman operasyonlarının, saldırılarının biz olduğumuzda daha da yoğunlaşacağını bilenler ve daha evvel şahit olanların ağlamaları, başta belirttiğimiz gözyaşlarının ikinci nedenidir. Taraftarlarımız, bu yörenin insanları, şehitlerimizi bire bir tanıyanların bir kısmı bize yarının şehitleri gözüyle bakıyorlar. Yarın ölecek olan evlatlarının arkasından bakar gibi bakıyorlar bize. Ve öyle sarılıyorlar bizlere… “Siz çok yaşamıyorsunuz, yaşatmıyorlar sizi… size yazık” diye temenni ve kaygılarını ifade ediyorlar. Böyle ifade edenler üç beş ev belki, ama bu algıları değişmeli.
Birincisi gözyaşları, gururlanmalarının ve kendilerini sahipsiz hissetmemelerinin ifadesi. İkincisi ise, biz yokken düşmanın başardığı psikolojik etkinin ifadesi. Halkımızdaki, taraftarlarımızdaki gurur duyma-övünme ile gözlerimize yarının şehitleri ya da hemen şehit düşecekmiş gibi bakmalarındaki duygu bize anlaşılmaz gelmiyor.
Bu bilinç bulanıklığını anlatacağız, paylaşacağız. Lakin bu algı anlatmakla kırılmıyor yalnızca. Algıları kıracak olan, önyargıları parçalayacak olan bizim pratiğimiz oluyor, olacak. “Hayır arkadaş, ölmeyeceğiz. Bu defa eski alışılagelmişi değiştireceğiz. Bize yarının şehitleri, hemen şehit düşecekler gözüyle bakmayın” diyecek pratiğimiz.
Evet yarının şehidi olabiliriz. Bu dağlara geldiğimizde, geçmişimizi noktalayıp geldik. Bizim açımızdan şehitlik mutlak bir fiziki ayrılık. Fedaya geldik.
Biz dağlarda yürüyen, süren savaşın da sonucunun da farkındayız. Ama bu acınılacak ya da yarın şehit olacaklar diye bakmayı gerektirmez. Bize ölecekmişiz gibi bakmak bundan evvelki şehitlerimizi de öldü saymaktır. Öldü mü onlar? Hayır! Biziz işte. Onlar canlandı, kalktılar düştükleri topraktan. Biz de kuşanıp onların yarınlarına aktık Dersim dağlarına.
Şimdi atomdan zor parçalanan önyargıları kırma zamanı geldi. Daha evvel uğramadığımız köyler var. Buralara faaliyet anlamında Cephemizi biz taşıyoruz. Kimi köylerde İstanbul’dan, Almanya’dan gelenler var. “Eskiden sizinkiler buralara gelmezdi” diyenler var. “Sizinkileri bu köyde hiç görmedik daha önce” diyenler de. Bizler de artık her yerde olacağımızı, her yere ulaşacağımızı uzun uzun anlatıyoruz onlara.
Kimi evlerde ilk karşılaşma olduğu için aralarında Zazaca konuşup “Bunlar TİM olmasınlar” diyorlar. Biz de hemen sohbete Zazaca devam ediyoruz. Bu bir nebze rahatlatsa da düşmanın Dersim’de her türlü yöntemi kullanması onların da yeni gördükleri gerillalara temkinli yaklaşmalarına neden oluyor.
Başka bir köylü gelip sohbete katılıyor. “Yaw, nina Dev-Sol’ciyi, domani mao ha” diyor. Herkes rahatlıyor ve bizi daha iyi tanımaya başlıyorlar. Halk kendi çocuklarının güvenini hissediyor ve bağrına basıyor. Yine gelmemiz için defalarca ısrar ediyorlar.
Gittiğimiz bir başka köyde ihtiyacımızı toplamak için evleri geziyoruz. Kapının önünde sokak lambasının ışığı altında oturan teyzeler, yaşlı anneler ve bir amca sohbet ediyorlar.
Yine bir teyze “ma siz o Sabancı’yı vurdunuz, bu Tayyip’i niye vurmuyorsunuz?” diye söylenirken, bizimle birlikte herkes gülmeye başlıyor teyzeye. Bununla ilgili sohbetlerimizi yapıyor, ayrılıyoruz.
Gecenin karanlığında köyün ışıklarından yıldızlar gibi uzaklaşırken bir patikaya oturup “bu bizim halk gerçeğimiz, madem her şey onlar ve onların zaferi için, maceramızda sadece onların yeri var madem, çetrefilli değil, anlaşılmaz değil bu halk” diyoruz.
Bizi yeni tanıyıp etrafımızda pervane olanların fedakarlığı ile tanıyan ama tedirgin olanların duyguları halkımızın gerçekliğinin ifadesi.
Onların korkularını ve gururlarını, kaygılarını ve özlemlerini, sevinçlerini ve üzüntülerini biz de somutladıkları ama sadece “dağlarda gezen nitelikli, delikanlı, cesur, adaletli ve iyi çocuklar” duygularını ve ifadelerini ileriye taşımak gerektiğini biliyoruz. Burada oluşumuzu, dağlardaki ısrarımızı, düşmandan hesap sorma cüretimizi nedenleri ile birlikte bir bütün olarak “bu güzel ve iyi, cesur çocuklar” tanımının yanına koymalıyız.
(……..)
Bu dağlarda gezip delikanlı, iyi bireyler olmak değil derdimiz, biz buraya kurtuluşun yolunu göstermeye, devrimi örgütlemeye geldik.
Bu somut adımlarımızı büyüttükçe halkımızın ve partimizin beklentilerini örgütlediğimizde hayata ve savaşa yön veren bir pratiğin fırtınaları olacağız. İşte o zaman umut yayılıp dört köşesine Dersim’in ve Anadolu’nun dağlarının her yanı kızıla kesecek ve hayatı örgütlüyor olacağız.
GELDİK İŞTE!
Çıkacağız dedik bir kere. Sevdalımız olan bu dağların doruklarında silah çatacağız dedik. İşte doruklarından bakıyoruz hayata şimdi.
Bu yılların hasreti idi. Yılların özlemiydi. Bir de şehitlerimizin emanetiydi. Devraldığımız bu bayrak daha bir onurla dalgalanacak şimdi dağlarımızın dört bir yanında.
Geldik işte. Dersim’de olmak, dağlarda olmak, şehitlerimizin kanlarının döküldüğü bu topraklarda yeşermek çok onur verici bir şey. Burada silah kuşanan, düşmana kinini bileyen bizlerin en büyük gücü, onları yanında hissetmek oluyor.
Kışın soğukta, yazın sıcakta bunalıp sızlanacakken patikalarda, onlar tutuyor elimizden. En tehlikeli yerleri onların gözleri ile süzerek geçiyoruz. Zemheride bizi zinde tutan onların kahramanlıkları. Parkaya, bota gerek yok. Eski bir çul yeter; onlara layık olma, halkımıza layık olma hissi ısıtıyor yüreklerimizi, içimizi.
Biz onlarla iç içeyiz. Biz şehitlerimiz için değil yalnızca, onlarla çıktık dağlara. Biz bu dağlarda filizlenen filizlerin ta kendisiyiz. Artık şehitlerimiz kalkıp doğruldular mezarlarından. Ve hesap soruyorlar. Gez, göz, arpacıktan bakan onlar. Tetiğe basan parmak onların. Yüreğimiz çift çatal, biri onların. Tabi tek başına dağlara çıkmak yeterli değil. Burada bulunmak, dağların her bir karışını gezmek de pek bir şey ifade etmiyor. Buraya geldiğimizde hedeflerimiz dağlara ulaşmak değildi sadece. Bu gerilla birliğinin neyi ifade ettiğini, birliğin birlik olarak hedefleri ve tek tek kişilerin de hedefleri dünyadaki misyonumuza göre ele alındı.
Bu yüzden dağlara gerillayı çıkarmak, yaymak ülkemizin dağlarına bir kıvılcım olacağını da bilince çıkararak adımladık patikaları. “İşte çıktık” demek için değil tek başına burada oluşumuz. Her şeyden önce siyasi ve politik hedeflerimizdir önceliğimiz.
Dünyadaki misyonumuzun farkındayız. Partimizin “bir tek biz kaldık” deyişi çok önemli bir tespit.
Neredeyse dünyada M-L anlayışıyla savaşan, iktidar hedefi olan örgüt kalmadı. Savaşı, ezilen halklar nezdinde küçümsenmeyecek ve hatta değerli olan örgütler teslimiyete eş değer uzlaşmalar içerisindeler.
Bütün bunların bir yanı böyleyken, bir yanı da biz Anadolu’da emperyalizmin kalelerinde patlıyoruz. Bu sebeple kavganın ustalarını ödüllerle anıyor ve arıyor ABD.
Oligarşi “bir siz kaldınız” deyip çaresizliğini itiraf ederek her alanda soluk aldırmamaya çalışıyor bize.
Saldırılarının da iki temel amacı var. Bir, meşrebi hafifleyenler gibi düzenin kulvarına çekmek. İki tamamen hayatın her alanında imha. Birincisinde dünya yıkılsa da imkanı olmadığı konusunda hem fikiriz düşmanla. İkincisinde ise bizimle birlikte derya olan bu halkı yok etmeliler. Bunun da imkanı olmadığından düşmanın işi zor ve sonu da belli. Bu yüzden katliamları ve pervasızlıkları anlaşılır. İşte böylesi bir cendere de yeni bir alan yeni bir soluk oluyoruz devrime. Teslimiyetin ve icazetin kol gezdiği dünyamızda biz “dağlara, dağlara” diyoruz.