Home Seslendirme Fidel Castro: Savaş Sırasında Ateşkes Anlaşmasına Boyun Eğen Bir Gerilla Bozguna Mahkum...

Fidel Castro: Savaş Sırasında Ateşkes Anlaşmasına Boyun Eğen Bir Gerilla Bozguna Mahkum Olmuş Demektir!

0

Gerillaları bizim ülkemizde olduğu gibi devrimci yeteneği olan gerçek bir güç olarak görmüyorlardı. Onlar için gerillalar, daha çok bir kargaşalık aracı, politik manevralarda kullanılacak bir araç, bir tartışma aracıydılar.

Gerillaların küçümsenmesi ikinci derecede yanlışlıkları da doğurdu. Ve Venezuela’da gerillalar sık sık ateşkes emri aldılar.

Bu da bir zırdelilikti. Savaş sırasında ateşkes anlaşmasına boyun eğen bir gerilla bozguna mahkum olmuş demektir.

Bir gerilla ancak bizim yaptığımız gibi tutsakları Kızıl Hac’a göndermek için cephenin bazı bölümlerinde, o da yalnızca bir ya da iki gün için ateş kesmeye razı olabilir. Gerillanın başka hiçbir biçimde ateş kesmeye yanaşmaması bir ilkedir. Adamları kamp rahatlığına alıştırmak, güçlerin moralini bozmak ve onları güçsüzleştirmek demektir. Ama kent yönetimli gerillaların komutanları, her gün yeni bir ateşkes anlaşmasını onaylıyorlardı. Gün geçtikçe çoğalan ateşkes anlaşmaları. İşte Venezuela’da olan buydu.

Ve elbette ki böyle münasebetsiz bir liderliğin doğurduğu sonuçlar da sıra dağlar gibi dizilmiş darbe ve belalar olacaktı. Yine de bu kurumsal yanılgılara karşın hükümet, gerillaları ortadan kaldırmayı başaramadı.

Betancourt ve Leoni’nin proimperyalist güçleri ve baskıları bunu henüz başaramadılar. Devrimci liderliğin münasebetsizlikleri ve yeteneksizliği de bunu başaramayacaktır. Venezuela Komünist Partisi’nin liderleri bir “demokratik barış” tan sözetmeye başladılar.

Pek çok kişi soruyor: “Acaba bu demokratik barış da ne ola ki?” Biz, Küba Devrimi’nin liderleri de sorduk kendi kendimize: “Nedir bu demokratik barış?

Doğrusunu isterseniz pek bir şey anlayamadık.

Gelgelelim anlamak da istiyorduk. Sonunda dayanamadık, bazı Venezuelalı liderlere soruverdik: “Nedir bu demokratik barışın hikmeti?” Onlar da bizi kullanıla kullanıla dibi çıkmış, amma velakin süslenip püslenmiş eski bir taktik bozuntusunun teorisiyle karşıladılar: “Asla savaşı bırakmak değil. Yalnızca bir dümen.” Hayır! Hayır! Bu demokratik barış, yalnızca temelleri genişletmek, rejimi zayıflatıp çökertmek ve yerle bir etmek için çevrilen bir dolaptan başka bir şey değildi.

Elbet biz de bunu eli ayağı düzgün bir görüş olarak bulmadık. Bunun yanında, demokratik barışın bize çok saçma ve gülünç görünmesine karşın, umut ve güvenimizi de eksik etmedik. Barıştan söz etmek ancak savaş kazanmış bir devrimci hareketin hakkıydı.

Neden derseniz, kamuoyu ve onların barış istekleri seferber edilebilir. Bunun olanak kazanması için ilk önce istibdat ve sömürünün bozguna uğratılması gereklidir.

Ama savaşın yenilgiye yüz tuttuğu anda barıştan söz etmek, barış adına bozguna boyun eğmek demektir.

Devrimci hareketler tarihinde demokratik barış deyimi, ilk kez olarak 1917 Bolşevik Devrimi sonrasında ortaya atılmıştır. Yeni devrim, bir demokratik barış kampanyası açmıştı. Bu, bir Dünya Savaşı’nın ortasında, toprak ilhak etmeyi bir de fetihlere girişmeyi tanımayan bir demokratik barıştı. Ve yeni Sovyet gücü, toprak ilhakını ve fetihleri tanımayan bir barış kampanyası açtı ve bunun için mücadele etti. Emperyalistlerin adam boğazlama savaşına katkıda bulunmak istemeyen devrimci gücün bir zaferiydi bu.

SESSİZLİK İÇİNDE,

BİR İFTİRA KAMPANYASINA KARŞI KOYDUK

Böylece “demokratik barış” sloganı ortaya atıldı.

Ve biz kendi kendimize sorduk: “İlk sosyalist devrimin muzaffer proletaryasıyla, silahlı mücadeleyi zafere götürmeyi beceremeyen bir devrimci liderlik arasında ne gibi bir benzerlik olabilir?”

Gerçekte, bütün bu açıklamaların altında dolandırıcılık yatıyordu. Dolandırıcılık! Onlar bize, demokratik barışın bir dümen olduğunu, bunun arkasında mücadelenin, gerilla savaşının hızlandırılacağını söylediler.

Ama yalan söylüyorlardı. Gerçekte niyetleri silahlı mücadeleyi bırakmaktı ve bu yolda hazırlık yapıyorlardı.

Bunları, bu gerçekleri nasıl öğrendik? Bunları nasıl doğrulayabiliriz? Bu sorunu herkesin önünde ortaya koymak, Venezuela Komünist Partisi’nin sağcı liderliği tarafından aylardan beri bize karşı sessiz bir iftira kampanyası yürütüldüğünü, çeşitli komünist parti kongrelerinde suçlandığımızı, Latin Amerika ülkelerinin komünist partilerine Küba’yı Venezuela Komünist Partisi’nin içişlerine karışmakla, hizipçiliği desteklemek ve körüklemekle suçlayan mektuplar gönderildiğini açıkça söylemek istemiyorduk.

Bu sorunu tartışmak istememiştik. Üzgünüz ki, şimdi bu bizim için kaçınılmaz oluyor. Komünist dönmeleriyle proimperyalist oligarşiler sıkı fıkı dost olunca, elele verip bizi iftira yağmuruna tuttular. Bir an geldi ki, biz de kendimizi bu suçlamaları aydınlatmak ve cevaplandırmak zorunda bulduk. Bunu yaparken Partimizin uygun göreceği bir zamanda daha ayrıntılı olarak bu konuda bir bildiri yayınlama hakkını da elbette ki saklı tutuyoruz. Son günlerde Venezuela’da gelişen olaylar, bizim için bunu yapmayı zorunlu kılmıştır.

Castro, Devrim için Savaşmayana Komünist Denmez (Sayfa 35-39)

NO COMMENTS

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Exit mobile version